1. 285 I V . O T U R U M / A S A L O N U Başkan: Prof.Dr. Mehmet DEMİRCİ Bildiriler Ahmet Yıldırım Alevî-Bektaşîlerin Dinin Temel Kaynaklarına Bakışı Cenksu Üçer Geleneksel Alevîlikte İbadet Telakkîleri Adem Efe Alevi-Sünni Farklılaşması ve Bütünleşmesi Şakir Keçeli Bektaşilik-Alevilik Arasındaki Farklar-Meydan Evi Müzakere H.Ezber Bodur 2. 287 ALEVÎ-BEKTAŞÎLERİN DİNİN TEMEL KAYNAKLARINDAN KUR’ÂN VE SÜNNETE BAKIŞI* Ahmet YILDIRIM** Her kültür bir yönüyle kendi kutsal kitabı ve onun etrafında şekillenmiştir. Hıristiyan kültürünün temelinde Kitâb-ı Mukaddes olduğu gibi, İslâm kültürünün temelinde de Kur'ân-ı Kerîm ve onun yorumu ve açıklaması olan sünnet/hadis vardır. Kendisini İslâm kültürü olarak tanımlayan bir kültürün Kur’ân ve hadisten bağımsız hareket etmesi ve kayıtsız kalması düşünülemez. Bu durum Alevî-Bektaşilik için de geçerlidir. Alevî-Bektaşî kültürü dikkatlice incelendiğinde bu kültürü oluşturan esasların önemli bir kısmının Kur'ân-ı Kerîm ve hadislere dayandığı görülecektir. Bütün Müslümanlar gibi Alevî-Bektâşiler de Kur'ân-ı Kerîm’i kutsal kitap ve Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul ve tasdik ederler. Mevcut Alevî-Bektâşî metinlerinden bunu kolayca tespit etmek mümkündür. Ancak Alevî-Bektâşilerin Kur’ân ve hadisi kabul ve yaklaşımlarının farklı olduğu bilinmektedir. İşte bizlere düşen bu kültür mirasının dini kaynaklara bakışını olduğu gibi ortaya koymaktır. Bu bağlamda tebliğde; 1. Alevî-Bektâşilerin Kur'ân-ı Kerîm hakkındaki görüşleri ve yaklaşımları, Kur’ân’ı tevil ve yorum anlayışları, farlılık ve benzerlikleri; 2. Alevî-Bektâşilerin Hz. Peygamber telakkileri ve sünnet anlayışları, kendi literatürlerinde dayanak olarak kullandıkları hadislerle ilgili tespitlere yer verilecektir. Kur’ân Anlayışları Konuya vahiy ve ilâhî kitap noktasından baktığımızda, Alevilik-Bektaşiliğin klasik kaynaklarından Buyruk’a göre “vahiy” gerçeğinin kabulü ve daha önemlisi dinin kaynağının vahiyle irtibatlandırılması dikkat çekicidir. Buyruk’ta vahiy kelimesi bir defa geçmekte, Pîrin önem ve özelliklerinin sayıldığı başlık içerisinde “Hz. Adem’den Hatemi Enbiyaya (Hz. Muhammed’e) gelinceye kadar mezhep, yol ve erkan yok idi. Muhammed Mustafa ve Aliyyel Murtaza Hazretleri geldi. Yeşil hatla vahiy geldi”1 ifadelerine yer verilmekte, dinin de böylece ortaya çıktığı nakledilmektedir.2 Yaratıcı’nın konuşan ve mesaj ileten yönüne zaman zaman dikkat çeken Buyruk vahiy gerçeğini kabul ettikten sonra vahyin tezahürü olarak Allah’ın insanlara kitap gönderdiği vakıasını da açıkca dile getirir. Buyruğun yirminci başlığında, “Ulu Tanrı kitap gönderdi. Şeytanın yolunu, doğru yolu açık-seçik gösterdi: Ey kullarım! Şeytana uymayın. O sizin düşmanınızdır. Ben size doğru yolu da eğri yolu da bildirdim” buyurdu3 , denilmektedir. Bu ifadede isim ve sayılarına işaret edilmeksizin Tanrı’nın kitaplar gönderdiği net bir biçimde ifade olunmaktadır.4 “Yeryüzüne, insan oğullarına doğru yolu * Tebliği okuyup çok değerli tenkit ve katkılarda bulunan Prof.Dr. M. Saffet Sarıkaya ve Prof. Dr. Sönmez Kutlu’ya teşekkür ederim. ** Yard.Doç.Dr. SDÜ İlahiyat Fakültesi, Isparta/TÜRKİYE 1 Buyruk, haz. Sefer Aytekin, s. 14. 2 İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına göre Alevîlik, İstanbul, 2004, s. 49. 3 Buyruk, s. 95. 4 İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına göre Alevîlik, s. 49. 3. 288 göstermek için dört kutsal kitap inmiştir. Bunlar Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân’dır.”5 Ayrıca “Tanrı’nın ne kadar sırrı varsa, indirdiği dört kitapta bildirildiği” belirtilir.6 Alevilik-Bektaşiliğin klasik kaynaklarından Buyruk’a göre Kur’ân, Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed’e nazil olmuş, içinde her ne bildirilmişse iman edilmesi gereken bir kitaptır. Buyruk’ta bu husus şöyle açıklanmaktadır: Ve dahi İncil İsâ’ya, Tevrat Musa’ya, Zebur Davud’a, Kur’ân Muhammed aleyhisselama nazil olmuştur. (...) İman şuna derler ki, Cebrâil aleyhisselam Hak celle ve alâ hazretlerinin indinden Sultan-ı Enbiya Efendimize getirdiği hazret-i Kur’ân içinde her ne emir olundu ise ona iman etmek. (...) İşte imân budur. 7 Kur’ân, “Cebrail vasıtası ile bildirilmiş, Hz. Muhammed’in ağzından çıkarak yazılan Allah Kelamı”8 veya “Hz. Muhammed’in gönlüne yansıyan, gönlünde tecelli eden bilgilerin onun sezgisel aklı tarafından yorumlanması, yorumlanıp açıklanması”9 şeklinde de tanımlanmaktadır Muhtemelen Şîî birisi olarak bilinen S. Hüseyin b. Gaybî, Alevî ve Bektaşîler arasında yaygın biçimde okunan Şerhu Hutbeti’l-Beyân adlı eserinde Kur’ân’la ilgili yer verdiği şu bilgiler onların Kur’ân’dan ne anladıklarını ortaya koyması açısından önemlidir: Bütün Kur‘ân’ın sureleri yüz on dört suredir. Ve ayetlerinin ‘adedi, altı bin altı yüz altmış altı ayettir. Kelimelerin ‘adedi yetmiş bin dahi üç yüz seksen dokuz kelimedir. Bütün harflerinin adedi üç yüz yirmi bir bin beş yüz seksen beş harftir. Bu altı bin altı yüz altmış altı ayet-i Kur‘ân’ın iki yüz ayeti zekat, yüz ayet sadaka, on dört ayet hayz, elli ayet nikah, bin ayet ticaret, bir ayet ‘ıtk (köle azat etme) hakkında inmiştir. Bin yediyüz ayeti kıssalarla, önceki ümmetlerin peygamberleriyle olan maceraları ve mutı‘ olmayanlara gelen ‘azâbları ve Ya‘kub (a.s) ve Yûsuf (a.s) ve kardeşleri arasında geçen kıssalarla ve peygamberleri tanıma ve bilmeyle ilgilidir. Üç yüz yetmiş beş ayet kıyametin saati, alameti, sura üfleme, kıyamet ahvali ve hesap, azap ve cennet ve cehennemin vasıflarıyla alakalıdır. Geri kalan ayetler ashâp hakkında ve ehl-i beyt hakkında gelen menâkıb,ve nâsih ve mensûhdur. Her ki Kur‘ân bildi cemî‘ nesneye ‘ilm-i muhît oldı.10 Kur’ân’la ilgili tanımlayıcı ve tanıtıcı bu bilgilerden sonra Alevî-Bektaşî eserlerinde Kur’ân-ı Kerîm konusunda ifade edilen görüşleri; “Mahiyeti ve Kutsallığı”, “Mevcut Kur’ân’ın Güvenilirliği”, “İnanç, Adab-Erkan ve Ahlâk Açısından Kaynak ve Referans Değeri” ile “Anlam ve Yorumu” şeklinde dört ana başlıkta toplamak mümkündür.11 a) Kur’ân-ı Kerîm’in Mahiyeti ve Kutsallığı Alevî-Bektaşilikte; “Hz. Muhammed’e inen kutsal kitaptır”12 Kur’ân-ı Kerîm, kutsal olduğu gibi13 vahy’in sonuncusu14 ve Hz. Peygamber’in mucizesidir.15 5 Buyruk, haz. Sefer Aytekin, s. 111. 6 Buyruk, haz. Sefer Aytekin, s. 111. 7 İmam Cafer-İ Sadık Buyruğu, haz. Adil Ali Atalay, Can Yay. İstanbul, 1993, s. 12. 8 Ali Ağa Varlık, Hanedan-ı Ehl-i Beyt Neden Hor Görüldü?, Can Yay., İstanbul 1993, s. 101. 9 Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, Ant Yayınları, İstanbul 1993, s s. 219; 10 S. Hüseyin Gaybî, Şerhu Hutbeti’l-Beyân, 7b, 8a 11 Bkz. Şaban Çiftçi, Günümüz Alevî Bektaşî Kültüründe Hadis, Isparta 2005, s. 16-26. (yayımlanmamış doktora tezi) 12 Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, s. 219. Alevî-Bektaşî kaynaklarında “Kur’an Allah’ın kelamıdır. Mahluk değildir. Kim mahluk olduğunu söylerse Allah’ı inkar etmiş olur” rivayetinin yer alması dikkat çekicidir. Bkz. Ahmed Rıf’at, Mir’at, s.136; Ferişteh zâde, Câvidannâme, s. 23 13 Bkz. Reha Çamuroğlu, Günümüz Alevîliğinin Sorunları, Ant Yay., İstanbul 1994, s. 116; İsmail Onarlı, Kerbela Zalimin Zülmüne Başkaldırı Destanıdır (Faik Bulut’a Yanıt), s. 194. 14 İsmail Onarlı, “Kerbela” (Faik Bulut’a Yanıt)”, s. 194. 4. 289 Buradaki kutsallık, oldukça belirsiz bir kutsallıktır. Bu bağlamda analojik bir yaklaşımla denilebilir ki, Kur’ân’ın Aleviler nezdindeki kutsallığı, Sünnilerin Tevrat, Zebur ve İncil’e ilişkin kutsallık telakkileriyle hemen hemen aynıdır. (…) Alevilik de Kur’ân’a teorik –belki ‘retorik’ demek daha doğru olur- düzeyde bir kutsallık yüklenir. (...) Bununla birlikte Kur’ân’ın Alevî gelenekte ritüelistik kutsallığına da bulunmaktadır. Bu kutsallık, Kur’ân’ın muayyen zaman ve mekânlarda okunması şeklinde tezahür eder. Nitekim günümüzde Anadolu’nun muhtelif yörelerinde yaşayan kimi Alevilerce, kutsal gün ve gecelerin ihyasında, cem ayinlerinde vefat etmek üzere olan kimsenin başucunda, taziyede, yani vefat eden kimsenin yedinci, kırıkıncı ve elli ikinci günlerinde Kur’ân’dan pasajlar okunur. Ne varki, buradaki okuma, tıpkı Sünni gelenekte olduğu gibi- sadece teberrüken tilavet etmekten öte bir anlam ifade etmemektedir.16 Alevilere göre, Kur’ân mukaddestir. Ancak Şia’nın etkisinde kalan bazı Aleviler Kur’ân’ın muharref olduğunu ileri sürerler. Bunlara göre Kur’ân’ı tahrif etme cürmünün sahibi ise Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Benî Ümeyye’dir. Fakat bu iddiayı ispat edecek argümanları yoktur.17 b) Mevcut Kur’ân’ın Güvenilirliği Alevî-Bektaşiliğin klasik kaynaklarında Kur’ân, Allah kelamı olmasından dolayı kutsallığından bahsedilerek tazim edilir ve şek şüphe olmadığı belirtilir.18 Günümüzde bazi Aleviler klasik kaynakların aksini, yani Kur’ân’ın tahrifini iddia ederler. Bir kısmında bilgi eksikliğinin hemen farkedildiği bu iddiaları şöyle özetlemek mümkündür; Kur’ân Hz. Osman zamanında yazıya geçirilmiştir. Elde bulunan tek yazılı kaynaksa Ali ve taraflarının kabul etmediği, Ömer’in kızı Hafsa’daki Kur’ân’dır. Diğer bölümler ise hafızlardan derlenen âyetlerdir. Ali ve tarafları ise Kur’ân’ı kabul etmemiş, kendileri yeniden toparlayıp yazıya geçirmişlerdir. Ancak bu Kur’ân sonraları ortalarda görülememiştir. Ali taraftarları tarihin her döneminde gerçek Kur’ân’ın kendilerinde olduğunu söyledilerse de bu Kur’ân hiçbir zaman bulunamamıştır.19 Kur’ân’da Hz. Ali ile ilgili çok sayıda ayet varken Hz. Ali’nin vefatından sonra Muaviye tarafından ve daha sonraki düzenlemeler sırasında bunlar yok edilmiştir.20 Kur’ân’da 6666 ayet bulunması gerekirken21 şimdi 432 ayet eksiktir. İddiaya göre, bu ayetlerin çoğu; Hz. Ali ve ailesi ile ilgilidir.22 “Sûretu’l-Vilâyet” Hz. Ebubekir, “Sûretu’n-Nübüvvet” de Hz. Osman tarafından Kur’ân’dan çıkartılmıştır.23 Yine, Osman nüshasında sureler karma karışık bir hale getirilmis, iniş sirasi dikkate alınmamış,24 Alak suresi ilk ayetler olması gerekirken 96. sıraya konmus, Mâide sûresi üçüncü ayet, son ayet olması gerekirken beşinci sûrede yer almış, Mekkî ve Medenî ayetler birbirine karışmış, bazı ayetler farklı sûrelerde tekrar edilmiş, bazı sûrelerin ayet sayıları da değiştirilmiştir.25 Dolayısıyla, 15 Haydar Kaya, Alevî-Bektaşi Erkânı, Evrâd’ı Ve Edebiyatı, Engin Yay, İstanbul 1993, s. 25. 16 Bkz. Mustafa Öztürk, “Alevilerin Kur’ân Tasavvuru Üzerine”, s. 58-59. 17 Bkz. Mustafa Öztürk, “Alevilerin Kur’ân Tasavvuru Üzerine”, s. 58-59. 18 “benem Kitâb-ı Kur‘ân ki, ânın içinde hiç şek ve güman yokdur”. S. Hüseyin Gaybî, Şerhu Hutbeti’l- Beyân, vr. 34a. 19 Gülağ Öz., İslâmiyet Türkler Alevîlik Bin dört yüz Yıllık Muhalefet, Ay yıldız Yay. Ankara, 1995, s. 33- 34. 20 İlhan Cem Erseven, “Hangi Ali?”, (Alisiz Alevîlik Olur Mu? (Ortak Kitap) Ali Aktaş – Hüseyin, Bal- Nasuh Barın-İlhan Cem Erseven-Sadık Göksu-Burhan Kocadag-Murat Küçük-İsmail Onarlı-Baki Öz- Cemal Şener-Ali Yaman-Rıza Zelyut, Ant Yay. İstanbul1998, s. 45. 21 Hasan Sevin, 2000 Yılında Ehl-İ Beyt Gerçeği Ve Alevîlik, Can Yay, İstanbul, 2003, s. 115.; Haydar Kaya, Alevî Bektaşi, s. 244; Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 135; İlhan Cem Erseven “Hangi Ali?”, s. 45. 22 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 135; İlhan Cem Erseven, “Hangi Ali?”, 45. 23 Halil Öztoprak, Kur’ân’da Hikmet ve İncilde Hakikat, Can Yay. İst. 1990, s. 128. 24 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 135. 25 Haydar Kaya, Alevî Bektaşi, s. 244-245. 5. 290 Hz. Muhammed’den sonra Hz. Ali’nin dışlanarak, Kur’ân’ı kendilerine göre yazdılar, bugün, okunan Kur’ân peygamberin Kitabi, Allah’ın emri, Peygamber’e aittir denilmesi yanlıştır. 26 şeklindeki bazı ifadelerin ise daha keskin ve mevcut Kur’ân’ı nazar-ı itibara almayan bir çağrışıma sahip olduğu gözlenirse de, bu görüşlerin günümüz Alevilik-Bektaşiliğinin ortak kanaati olduğunu söylemek mümkün değildir”27 Kur’ân-ı Kerim ile, özellikle tahrifle ilgili göruşler kimi zaman çelişkiler de barındırmaktadır. Nitekim, bir taraftan bazı ayetlerin yok edildiği, 6666 ayet olması gerekirken eksik olduğu ifade edilirken,28 diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim’in, Yüce Allah’ın koruması altında olduğunu, bunun “Zikri/Kur’ân’ı biz indirdik. Onu koruyacak olan da biziz29 ayetiyle ifade edildiğini, bu kutsal kitap hakkında yapılan dedikoduların etkili olamayacağını, ona batılın yaklaşamayacağını, Müslümanlar ne kadar bölünürse bölünsün Kur’ân’ın her yerde aynı varlığını koruyacağını, Aleviler hakkında Kur’ân’ın tahrifine yönelik ithamların haksız olduğunu dile getiren eserler de bulunmaktadır.30 Bunlara ilaveten Alevilik-Bektaşiliğin klasik kaynaklarından Buyruk’ta Kur’an’ın eksik olduğu ya da değiştirildiğine dair en küçük kayda rastlanmamaktadır. Sonuç itibarıyla, ”Kur’ân’ın tahrifiyle ilgili iddiaların hiçbir mesnedi yoktur. Kaldı ki, bu iddialar, yazılı belgesi bulunmayan, sadece ağızlarda dolaşan söylentilerden ibarettir” şeklindeki ifadelerle bazı Alevî dedeleri tarafından da reddedilmiştir. Ayrıca bütün bu iddialara rağmen, mevcut Kur’ân metnine alternatif metin üretmek, hiçbir zaman mümkün olmamıştır.31 c) İnanç, Adab-Erkan ve Ahlâk Açısından Kur’ân-ı Kerim’in Kaynak ve Referans Değeri Gerek klasik ve gerek Alevî-Bektâşi eserlerinde Kur’ân-ı Kerim’den saygı ifadeleri ile söz edilmekte, inanç, ibadet-erkan ve ahlaka ilişkin görüşlerin temellendirilmesinde sık sık Kur’ân ayetlerine başvurulmaktadır. Alevi-Bektaşilikte inancın kaynağı da Kur’ân görülür, çeşitli ayetlerle inanca ilişkin hükümler delillendirilir. Söz gelimi, İslâm’ın temel şartları olan; Tevhid’in, Adalet’in, Nübüvvet’in, Meâd’ın ve32 İmamet’in kaynağı33 Kur’ân-ı Kerim’dir. Takıyyenin cevazı,34 İslâm Dini’nin temelinin, Ehl-i Beyt’i sevmek olduğu,35 Alevi felsefesinin temelinde insanın yer alışı36 çeşitli ayetlere dayandırılır. Yine günümüz Alevi-Bektaşi eserlerine göre; Tevellâ’nın37 ve Teberra’nın38 kaynağı, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Ayrıca, Kur’ân ayetlerinin Alevi-Bektaşi nefeslerinde de kullanıldığı, bunun laubalilik olarak algılanmaması gerektiği ifade edilmiştir.39 Günümüz Alevi-Bektaşi eserlerinde, Alevi-Bektaşiliğin ibadet ve uygulamalarda Kur’ân’daki emirlere dayandığı40 ayinlerde, nikah törenlerinde, ölümle ilgili toplantılarda o işlerle 26 Hüseyin Gazi Metin (Dede), Alevilikte Cem, Uyum Yay, II. Bsk, Ankara, 1997, s. 35-36. 27 Günümüz Bektaşilerinin Kur’ân-ı Kerim’e bakiş açısını gösteren röportajlar için ayrıca bkz. Günümüzde Alevilik-Bektaşilik, DİB. Yay.; Dünden Bugüne Tercüman 23-30 Temmuz 2004. 28 Hasan Sevin, Alevîlik, s. 115. 29 Hicr 15/9. 30 Hasan Sevin, Alevîlik, s. 330-331. 31 Bilgi için bkz. Mustafa Öztürk, “Alevilerin Kur’ân Tasavvuru Üzerine”, s. 58-59. 32 Haydar Kaya, Alevî-Bektaşi, s. 63-64. 33 Bkz. Haydar Kaya, Alevî-Bektaşi, s. 68-69; Enbiyâ 21/73, Furkân 25/74, Bakara 2/124. 34 Bkz. Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 50. 35 Bkz. Raşit Tanrıkulu, Ademi Fark Eden Allah’ı Bilir, Güven Matbaası, Ankara, 1989, s. 16-17; Ali Ağa Varlık, İslâmiyetin Özü ve Alevîlik-Bektaşilik, Can Yay, İstanbul, 2000, s. 38. 36 Bkz. Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 53-54. Ayrıca bkz. Bakara 2/30, 32, 33, 34; Araf 7/71, 72, 73, 74; Kaf 50/16. 37 Bkz. Haydar Kaya, Alevî Bektaşi, s. 168-171. Ayrıca bkz. Mümtehine 60/12; Fetih 48/10; Şuara 26/23. 38 Bkz. Haydar Kaya, Alevî Bektaşi, s. 177-178. Ayrıca bkz. Al-İ İmrân 3/61; Ahzâb 33/57. 39 A. Celaleddin Ulusoy, HünkârHacı Bektaş Veli ve Alevî-Bektaşî Yolu, Hacıbektaş 1986, s.187. 40 Haydar Kaya, Alevî-Bektaşi, 127. 6. 291 ilgili Kur’ân ayetlerinin okunduğu41 İslâmiyetin bir yorumu olarak Aleviliğin; Cem, Dar, Semah, Musahiplik, İkrar, Tevhid gibi inanç kurumlarının temel dayanağının da Kur’ân-ı Kerim ile Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin uygulamaları olduğu vurgulanır.42 Dedebaba B. Noyan’ın ifadesiyle Bektaşiler, “Kur’ân-ı Kerim’in bütün emirlerine hakiki manalarıyla uyan kimselerdir. “43 Erkanın uygulanması esnasında da çeşitli ayetler ibadetin bir parçası olarak okunmaktadır.44 Örneğin, İkrarda,45 Musahiplerin görgüsünde,46 Delil uyandırmada,47 On iki hizmetin başlamasında48 Kur’ân-ı Kerîm’den çeşitli ayetler okunmaktadır.49 Bütün bunlarla birlikte Alevilik-Bektaşiliğin klasik kaynaklarından Buyruk’ta ele alınan 40 başlıktan 31’inde Kur’ân’la ilişkisinden söz etmeksizin Kur’ânî terimlerin geçtiği, 10 başlıkta Kur’ân’dan bir veya birden fazla ayete yer verildiği 12 başlıkta da ismi zikredilmek sûretiyle Kur’an’a gönderme yapıldığı görülmektedir.50 d) Kur’ân-ı Kerîm’in Anlam ve Yorumu (Tefsîr veTevîl) Alevilik-Bektaşilikte Kur’ân, bir zâhir bir de bâtın olmak üzere iki anlam düzeyine sahiptir. Asıl olan bâtın anlamıdır.51 Alevî inancında, Kuran’ın, emirleri, cezaları ve mükâfatları kapsayan dış anlamı (zahir yönü) Şeriatın karşılığıdır ve namaz, oruç, zekât, hac gibi yaptırımlardan oluşur. Bâtın yönün karşılığı ise hakikattir ve İslâmiyet’in insanda gerçekleştirmek istediğini hedef alır. Hakikate ise Tarikat ve Marifet kapılarından ulaşılır.52 Dört kapıdan birincisini yani şeriatı aşmış olan Alevî-Bektaşî için zaten zahir anlamla ilgilenmek anlamsız ve gereksiz olmaktadır. Alevi-Bektaşiliğe göre Kur’ân-ı Kerîm, yalnızca harflerden oluşan kelimeler ve cümleler topluluğu olmayıp özel bilgi ile anlaşılabilir ve dört şey içerir. Bunlar Cafer-i Sâdık’a isnad edilen görüşe göre; 1. Açıklanmış deyişler, ifadeler (ibareler) 2. İşâretler 3. Özel nitelikli, duyumsanabilen âlemin üzerinde bir başka âleme ilişkin gizli anlamlar, (letâif), 4. Yüce mânevî öğretiler (hakikatler) dir.53 Ya da Kur’ân; Dualar, Hz. Muhammed’in yol arkadaşlarına açıkladığı düz yazı biçimindeki bilgiler ve Muhammet’in yalnızca Hz. Ali’ye verdiği gizli bilgiler olmak üzere üç bölümden oluşur. Yazılı Kur’ân Kur’ân-ı Sâmit olarak, Kâmil insan olan Hz. Ali de Kur’ân-ı Nâtık olarak adlandırılır.54 41 A. Celaleddin Ulusoy, Hünkâr, s. 202. Bu törenler ve okunan ayetlerle ilgili olarak bkz. Haydar Kaya, Alevî-Bektaşi, s. 361-380. 42 İsmail Onarlı, “Kerbela” (Faik Bulut’ A Yanıt), s. 203 43 Bedri Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 10. 44 Bkz. A. Celaleddin Ulusoy, Hünkâr, s. 263 vd.; Kutluay Erdoğan, Alevî-Bektaşi Gerçeği, Alfa Yay, İstanbul 2000, s. 145. 45 Bkz. Kutluay Erdoğan, Alevîlik Bektaşilik, İletişim Yayınları (Cep Üni.), İstanbul, 1993, s. 52. s. 145. Ayrıca bkz. Fetih 48/10. 46 Bkz. Kutluay Erdoğan, Alevîlik Bektaşilik , s. 141-142. Ayrıca bkz. A’raf 7/23; Tevbe 9/119. 47 Bkz. Kutluay Erdoğan, Alevîlik Bektaşilik , s. 147. Ayrıca bkz. Nur 24/35. 48 Bkz Kutluay Erdoğan, Alevîlik Bektaşilik , s. 153. Ayrıca bkz. Saffat 37/103-107. 49 Erkanın uygulanması ve okunan ayetlerle ilgili geniş bilgi için bkz. A. Celaleddin Ulusoy, Hünkâr, s. 263 vd. 50 İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına göre Alevîlik, s. 50-54. 51 Reha Çamuroğlu, Günümüz Aleviliğinin Sorunları, Ant. Yay. İstanbul 1997, s. 116; Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 32-33. 52 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 32-34. 53 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 32. 54 Ve İmâm ‘Ali (Kerremallahu veche) hâfız-i şer‘i vahydir. Ve bir mahalde dahi buyurur ki, “ene Kelâmullahi’n-nâtık” S. Hüseyin Gaybî, Şerhu Hutbeti’l-Beyân, vr. 24b “ben âlim-i te’vîl-i Kur‘ân ve cemî‘ enbiyâya gelen kitabları bilici ve benem Tanrı ‘ilmine râsih yani her ‘ilmi kemâ yenbağî bilici”. Yani, “ben âlim-i te’vîl-i Kur‘ân ve cemî‘ enbiyâya gelen kitabları bilici ve benem Tanrı ‘ilmine râsih 7. 292 Batınî yorumu, doğal olarak anlaşılması ve yorumlanması bakımından serbest bir hareket alanı oluşturmaktadır. Nitekim bu durum şöyle ifadelendirilmiştir: Bir Anadolu (ya da Balkan) Alevisi, isterse Hz. Ali gibi namaz kılabilir, oruç tutabilir, Kur’ân’ın her satırına harfiyen uyabilir, istemezse bütün bunları yapmaz. Çünkü onun için iman, o imanın biçiminde değil, özündedir. 55 Aleviliğin Kur’ân’ı yorumlama konusundaki en belirgin özelliği ve onu Şia’dan ayıran temel özelliklerden biri, açık hükümlerini de yoruma tabi tutabilmesidir.56 Kimi zaman bu şekilde son derece serbest ve batınî bir yoruma kapı aralayan ve bunu alâmet-i farika olarak takdim eden görüş öne çıkarken, kimi zaman da Hz. Peygamber’den Hz. Ali’ye intikal eden bâtın bilgisinin imam veya veli diyebileceğimiz kimselerin rehberliği olmaksızın doğru bir biçimde anlaşılamayacağı fikri ile karşılaşılabilmektedir.57 Bu durum, günümüz Alevi-Bektaşilerinin Kur’ân’ı anlama ve yorumlama konusunda sahip oldukları farklı yaklaşımları ifade etmesi bakımından önemlidir. Ayetlerin yorumlanmasında Ehl-i Beyt sevgisi ve ya Emevî karşıtlığının ya da tevellâ- teberrâ inancının izlerini görmek mümkündür. “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve özü-sözü bir kişilerle beraber olun”58 buyurularak özü-sözü bir kişiler ile Ehl-i Beyt kasdedilirken, “on iki pınar”59 ifadesiyle oniki imama işaret edilmiştir.60 “Ancak kendileriyle anlaşma yaptığınız müşriklerden...”,61 “Hani o verdikleri evvelki ahtı ve beyat ikrarlarını bozduklarından ötürü biz onları rahmetimizden çıkarıp lanet ettik...”,62 ve “İsra sûresi”63 ayetleri Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dahil veda haccında bey’at edip bey’atinden dönenler hakkındadır. Sonuç itibariyle Kur’ân-ı Kerîm konusunda Alevî-Bektaşî eserlerinde ortak noktanın “Kur’ân-ı Kerîm’in bâtın anlamına yönelmek” olduğu söylenebilir. Kur’ân-ı Kerim ayetlerinin yorumlanmasındaki kişisel yaklaşım veya batınî yorum geleneği ile, birbirinden farklı hatta, Kur’ân’ın ruhu veya temel karakteri ile uzlaştırılamaz sonuçlar çıkarmak mümkün olmaktadır. Kanaatimizce bu durum, kitabi kültürün yerleşmediği dönemlerde tasavvufi kavram ve yorumların hakiki anlamlar olarak algılanmış olmasından kaynaklanmaktadır.64 Peygamber ve Sünnet Telakkileri Peygamber telakkisine gelince65 , bütün Müslümanlar gibi Alevî-Bektâşiler de Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ve tasdik ederler.66 Hz. Peygamber Aleviliğin ilk yani her ‘ilmi kemâ yenbağî bilici”. S. Hüseyin Gaybî, Şerhu Hutbeti’l-Beyân, vr. 68b. 55 Reha Çamuroğlu, Günümüz Aleviliğinin Sorunları, s. 116. 56 Reha Çamuroğlu, Günümüz Aleviliğinin Sorunları, s. 63. 57 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 36-37. 58 Tevbe 9/119. 59 Bakara 2/60. 60 Hasan Sevin, Alevîlik, s. 55-56. 61 Tevbe 9/ 4. 62 Bkz. Halil Öztoprak, Kur’ân’da Hikmet ve İncilde Hakikat, s. 176. Ayrıca bkz. Mâide5 /13. 63 Bkz. Raşit Tanrıkulu, Ademi Fark Eden Allah’ı Bilir, s. 121. Ayrıca bkz. İsrâ 17/ 7. 64 Geniş bilgi için bkz. Şaban Çiftçi, Günümüz Alevî Bektaşî Kültüründe Hadis, Isparta 2005, s. 16-26. (yayımlanmamış doktora tezi) 65 Alevî-Bektâşîliğin Allah-Peygamber telakkisi konusunda tesbit ve değerlendirmeler için bkz. İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 28 vd. 66 Cem (tarikat) ayininden önce abdest alırken: “Ben dinimi halis ettim. Her din-i bâtıldan ‘udûl edip müslim olduğum halde Allah Teâlâ içûn ki semâvât ve arzı halk eyledi. Ben O’na bir şey işrâk idenlerden değilem. Allah Teâlâ cihedinden Rasûl ü Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri ümmetlerini tasdîk ve tekzîbine şâhid, rahmetini mujdeleyici ve azabından korkutucu ve izin u emriyle O’na ibadet ve Vahdaniyetini ikrara davet edici ve insanları zülûmât-ı cehâletten ihrâc için sirâc-ı munîr olan Kur’ân-ı Kerîm’le gönderilmiş olduğunu ikrar eyledim” denilir. Ahmed Rıf’at Efendi, Mirâtu’l-Mekâsıd fî Def’i’l-Mefâsid, İstanbul, 1293 (h.), s. 279. Benzer ifadeler için bkz. Ferişteh zâde Abdulmecid İzzuddîn,Cavidanname, Ter. Aşknâme-i ilâhî, s. 104-105 8. 293 kaynağıdır67 ve Hz. Muhammed’siz İslâmiyet’ten söz edilemez.68 Alevilere göre, Peygamber ve onun kitabında dile getirilen görüşlerin amacı, insanı gerçek insan yapmaya yöneliktir.69 Bunu mevcut Alevî-Bektâşî metinlerinden kolayca tespit etmek mümkündür. Özellikle nesir eserlerde Allah’a hamd ile başlayan mukaddimeler Rasûlüllah’a (s.a) övgü ile devam eder.70 Alevî-Bektaşî şairleri şiirlerinde “Allah’ı birleyerek, Muhammed ve Ali’yi anmakta; Allah’ı yaratıcı, Hz. Muhammed’i Nebi, Ali’yi Veli olarak tanımaktadırlar.71 Bir başka ifadeyle Alevi- Bektaşilerde Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisinin önemli ve mümtaz bir yeri vardır. Nitekim Faziletname, Hadika vb. eserler bu sevginin açık tezahürleridir. Bunlarla birlikte Alevî-Bektâşî sözlü ve yazılı literatüründe onların peygamber ve sünnet telakkisiyle ilgili önemli bilgilere yer verilmektedir.72 Hz. Peygamber’le ilgili inanışlarını şu başlıklar altında özetlemek mümkündür: 1. Alevî-Bektâşî yolunun esası sevgidir; bu sevgi Allah-Muhammed-Ali muhabbetiyle başlar ve birbirinden ayrılmaz.73 2. İlahî kelâmı dile getiren Hz. Muhammed hak Peygamber,74 dinin/vahyin tebliği ile görevlidir.75 3. Hz. Peygamber bütün peygamberlerin önderidir.76 4. Hz. Peygamber’in sözleri Allah'ın kelamı gibi değerlidir.77 5. Hz. Peygamber ahirette mü’minlerin şefaatçisidir.78 6. Hz. Peygamber (s.a) güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş,79 son peygamberdir.80 7. Hz. Peygamber âlemin yaratılış sebebi81 , ilki82 ve diğer bütün şeriatları hükümsüz kılandır.83 67 Hüseyin Bal, “Karizmatik Otorite Ali ve Aleviler”, s. 83. 68 Cemal Şener, “Ali’siz Alevilik Olur Mu?” s. 9. 69 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, s. 34. 70 Hacı Bektaş, Makâlât’ına başlarken Allah’a hamd ettikten sonra “Ve dahi selam ve salavât ol peygamberler serverine ve mürseller ulusuna ve enbiyalarun ve evliyâlarun mihterine olsun kim dükeli ‘âlemi onun dostluğuna yarattı” Hacı Bektaş Velî, Makâlât, haz. E. Coşan, İstanbul Tsz.,s. 1. Benzer ifadeler için bkz. Seyyid Hüseyn Gaybî, Şerhu Hutbeti’l-Beyân, Süleymâniye Ktb., Laleli 1496, v.1b-3a; İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, Yayımlayan Adil Ali Atalay, Can yayınları, İstanbul, 1993, s.11; Ahmed Rıf’at, s. 2. 71 Kutluay Erdoğan, Alevîlik Bektaşilik , İletişim Yayınları (Cep Üni.), İstanbul, 1993, s. 52. 72 Bkz. M.Saffet Sarıkaya, “Alevî-Bektaşî Kültüründe Hz. Muhammed (SAV)”, Isparta 2003; V.Kutlu Doğum Sempozyumu, 18-19 Nisan 2002 (Tebliğler), s. 110-119 73 İsmail Özmen, Alevî-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Ankara 1998, II, 301; III, 111, 121, 187, 200; V, 90. 74 İlgili ifadeler için bkz. İsmail Özmen, Alevî-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, II, 49; Hüseyin Tuğçu, Alevî- Bektaşî Kültüründe Şiirlerle Hz. Muhammed, Genç Erenler Yayınları, Ankara, 1996, s. 7, 15 75 Rıza Zelyut, Alevilik, 38; Hüseyin Bal, “Türkler Aleviler ve Ali”, s. 97; Hasan Sevin, Alevilik, s. 14. 76 Bkz Yemînî, Hz. Ali’nin Faziletnâmesi, 6. baskı, çev., A. Altınkaş., İstanbul 1994, s. 22-23; Mirza Muhammed Naki, Kumru (Kenzül-Mesaib), Yayımlayan Adil Ali Atalay), Can yayınları, İstanbul, 1992, s. 29. Burada Hz. Peygamber’le (s.a) ilgili olarak şu başlık altında bilgi verilmiştir: “Bütün Peygamberlerin Sonuncusu, Efendisi ve Kainatın Lideri Muhammed el-Mustafa (a.s) Hakkında.” 77 Ahmed Rıf’at, “Rasûlullah (s.a) Efendimiz hevây-ı nefs ile söz söylemeyip illâ vahy-i Hudâ buyururlardı” dedikten sonra “O havadan konuşmaz. O(na inen Kur’ân veya onun söylediği sözler) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.” (Necm 53/3-4) ayetine yer vermiştir. Bkz.., Mirât, s. 175. Ayrıca bkz. Özmen, Alevî-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, III, 121, 128, 187; V, 65, 126, 188, 471, 690, 712. 78 İlgili ifadeler için bkz. Özmen, Alevî-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, II, 84, 181, 244, 436; V, 78-82, 543. 79 Hasan Sevin, Alevilik, s. 11; Raşit Tanrıkulu, Ademi Fark Eden Allah’ı Bilir, s. 8, 18. 80 İlgili ifadeler için Hatiboğlu Manzûm Makâlât Tercümesi (Abdurrahman Güzel, Hacı Bektaş Velî ve Makâlât, 2.baskı, Ankara 2002 içinde) s. 288-89; Mirza Muhammed Naki, Kumru (Kenzül-Mesaib), s. 29; Bedri Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir, Ant/Can Yayınları İstanbul, l995, s. 9. 81 Bkz Yemînî, Hz. Ali’nin Faziletnâmesi, s. 25; İbrahim Arslanoğlu, Şah İsmail Hatayî ve Anadolu Hatayîleri, İstanbul 1992, s. 57-58; Özmen, Alevî-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, III, 34, 87; V, 60, 87, 176. S. Hüseyn Gaybî, 116b. Nûr-i Muhammedî hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmet Yıldırım, Tasavvufun 9. 294 8. Hz. Peygamber mucize ortaya koyan birisidir.84 9. Hz. Peygamber’e inanmamak murdarlık (manevi kirlilik) ve hayvanlıkla eşdeğerdir; O’nu inkar edenler cehennemliktir.85 10. Bütün Peygamberler günahsızdırlar.86 Alevî-Bektâşî literatüründe dağınık olarak bulunan bu bilgilere göre; Alevî-Bektâşîlerin, peygamberliğin sübûtu, peygamberin dindeki konumu, görevi, ona uymanın gerekliliği ve ehemmiyeti, onun dinde hüküm koyma yetkisi, en üstün insan olması, şefaat etmesi, vahye muhatap olması, ahlak ve ahvalini benimseme ve uyma gibi konulardaki görüşlerinin Ehl-i Sünnet anlayışıyla;87 âlemin yaratılış sebebi olması ve mucize ortaya koyan birisi olarak telakki edilmesi noktasında ise bazı tasavvufî anlayışlarla örtüştüğü anlaşılmaktadır. Sözlü ve yazılı Alevî-Bektaşî kaynaklarında, Hz. Muhammed'in (s.a), Kur’ân’da kendisine hitap edilen bir peygamber olmanın ötesinde, doğumundan itibaren bazı harikulâdelikleri beraberinde taşıyan ve ölünceye kadar da bu mucizelerle içli dışlı yaşayan birisi olarak tasavvur edilmiştir.88 Bu itibarla Rasûlüllah’ın sünnetine uyma konusunda diğer Müslümanlardan farklı düşünmedikleri rahatlıkla söylenebilir.89 Ancak sünnetin ne olduğu ve sünnet malzemesinin niteliği konusunda bilgi seviyelerine ve konuya bakış açılarına göre faklı tavırlar geliştirmişlerdir. Sünnetin ne olduğu hususunda Şerhu Hutbeti’l-Beyân adlı eserde şu ifadeler yer almaktadır: Nitekim kutb-u evliyâ ‘Aliyyi Murtazâ bir mahalde buyurmışdır: “Aleyküm sünnetullahi ve sünnetu rasulillahi ve sünnetu evliyâi”. Yani, “sizin üzerinize olsun kim, Tanrı sünnetin tutasız ve dahi Rasûlünün sünnetin tutasız ve dahi evliyânın sünnetin tutasız.” Sâmi‘ler ayıtdılar, ve kîle; “mâ sünnetullah” Kâle: “Kitmânu’s- sırrı”. Ve kîle, “mâ sünnetu Rasûlillahi”: Kâle: “el-Müdâratü beyne’n-nâs”. Kîle, “mâ sünnetu evliyâihi”. Kâle: “İhtimâlu’l-ezâ ‘ani’n-nâsi”. Yani ayıtdılar, “Tanrı sünneti Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ankara 2000, 121-128. 82 “...Gerçekte ... yaratılmışların ilki sensin.” Mirza Muhammed Naki, Kumru (Kenzül-Mesaib), s. 29. Üveysilikten Bektaşiliğe Kitab-ı Cebbâr Kulu, s. 30; Hüseyin Tuğçu, Alevî-Bektaşî Kültüründe Şiirlerle Hz. Muhammed, Genç Erenler Yayınları, Ankara, 1996, s. 89-91. 83 Bedri Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 9. 84 İlgili ifadeler için bkz S. Hüseyn Gaybî, 73a-75a; Yemînî, Hz. Ali’nin Faziletnâmesi, 25-27; Özmen, Alevî-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, III, 73. Rivayet özetle şöyledir: Fatıma velâyet nûruna sahip bir erkek evlad istemektedir. Hz. Muhammed’in tavsiyesine uyarak çocuğunu Ka‘be’nin Tanrısından ister ve Hz. Muhammed’e bağışlar, adetâ mucizevî bir hamilelikten sonra Hz. Ali dünyaya gelir ve Hz. Muhammed tarafından terbiye edilip yetiştirilir. Hz. Peygamber’in mi’raca çıkışında da bu şekilde anlatımlar bulunmaktadır. M.Saffet Sarıkaya, “Alevî-Bektaşî Kültüründe Hz. Muhammed (SAV)”, s. 115. Hz. Peygamber’in mi’raca çıkışıyla ilgili menkibevî anlatımlar için bkz. Buyruk, Haz. S. Aytekin, s. 7-12; Buyruk, Haz. Adil Ali Atalay, İstanbul, 1993, s. 13-23; Y. Ziya Yörükan “Anadolu Alevîleri Tahtacılar”, Darul Fünûn İlahiyat Fak. Mec., Sene 2, Sy. 8, 1928, s. 115-116. 85 “Bir kimse peygamberi bilmese İslâm’ından lezzet almadı, küfrden imânı temiz kalmadı.” S. Hüseyn Gaybî, 38a. Benzer ifadeler için bkz. Üveysilikten Bektaşiliğe Kitab-ı Cebbâr Kulu, Sivas, 1997, Haz. Hasan Yüksel-Saim Savaş, s. 28. “Peygamber’e inanmayan murdardır. Gerçeklerden berîdir. Bilgiden, Bilgelikten uzaktır. Böyleleri insan biçiminde hayvandır. Onu bilmeyenler, Yaradan’ı ve yarattıklarını bilmezler.” Yemînî, Hz. Ali’nin Faziletnâmesi, s. 23. 86 Tam Hüsniye, Haz Adil Ali Atalay, Can Yayınları, İstanbul 1994 (2. Baskı), s 55-56. Hatta burada veliler ve imamların da günahsız olduğu ifade edilmektedir. 87 Ehl-i sünnet anlayışıyla ilgili olarak bkz. Taftazânî, Serhu'l-Akâid (Haz. Süleyman Uludağ) İstanbul, 1982, s. 293-304; S. Sabri Yavuz, İslâm Düşüncesinde Nübüvvet, İstanbul, 1997, s. 77-94 88 Sünnî çevrelerde hâlâ daha çeşitli münasebetlerle okuduğumuz Mevlîd’de ifade edilen beyitlerin benzerlerine Alevî-Bektâşî metinlerinde tesadüf etmek pek de şaşırtıcı değildir. Bkz. Özmen, Alevî- Bektaşi Şiirleri Antolojisi, II, 166; M.Saffet Sarıkaya, “Alevî-Bektaşî Kültürüde Hz. Muhammed (SAV), s. 113 89 “Bilhassa kavlen ve fi’len ve halen Rasûlullah’a ittiba etmek” tavsiye edilmiştir. Bkz. Ahmed Rıf’at, s. 119. 10. 295 nedir, Murtazâ ‘Ali (Radıyallahu ‘anh) Tanrı sünneti ayıbları örtmekdir; ve dahi ayıtdılar, Rasûlün sünneti nedir, Murtazâ ‘Ali ayıtdı, Halk içinde hoşluk ile müdâra ile dirlik itmekdir; ve dahi ayıtdılar, evliyâsının sünneti nedir Murtazâ ‘Ali (Kerremallahu veche) ayıtdı, Halkın cefasına tahammül itmekdir.”90 Alevîlik Bektaşilik Terimleri Ansiklopedisi’nde ise sünnet şöyle tarif edilmektedir: 1. Hz. Muhammed’in söz, davranış,uygulama ve onayları 2. Hz. Ali ve soyundan gelen imamların söz, davranış,uygulama ve onayları 3. Pir’e, mürşide itaat. 91 tarif edilirken hadisin ise; “Hz. Muhammed’in söz, davranış ve kişiliğine ilişkin olarak kendisinden ya da sahabe’den aktarılan bilgi” olarak tarif edildiğini görmekteyiz. 92 Diğer bir eserde sünnet; sözlük anlamı, iyi ahlak iyi huyu; Hz. Peygamber’in sözleri, onun kabul ettikleri ya da yapılmasını istedikleri”93 olarak hadis; “Hz. Peygamber’in Kur’ân ayetlerini açıklar mahiyette söylediği değerli sözler”94 olarak tanımlanmaktadır. Hadisi böyle tanımlayanlar olmakla birlikte günümüzde Alevîler hadislere göre hareket etmezler diyen bazı Aleviler de olmuştur. Bu anlayışa göre “Hiçbir Alevî, hadisleri kendine örnek almaz”, “Hiçbir Alevî, -Alevî-Bektaşiliğin kaynaklarında hadise saygı gösteren anlayışın aksine- hadisleri örnek göstererek kendisine yön veremez”, “Hiçbir Alevî, hadisleri örnek göstererek kendisi o düşüncenin peşine gitmediği gibi başkalarını da bu düşünceler doğrultusunda yönlendiremez.” Belli ideolojik bakış açısıyla ifade edilen bu düşünceler Alevîlerin hadislere göre hareket edemeyeceğini ve hadislere göre hareket edenin Alevî olduğunu iddia edemeyeceğini, Alevîlik adına konuşup hareket edemeyeceğini ve bu kuralların Alevîliğin vazgeçilmez, değiştirilemez, aksi ileri sürülemez, reddedilemez olmazsa olmaz kurallardır, diyecek kadar ileri gidenler bile olmuştur. Hatta bu konuda yol gösterici kaynağın “Alevî Halk” olduğu söylenerek şunlar da ifade edilmiştir: Bugün hiçbir Alevî hadisleri kendine rehber edinmez. Hadislerin Alevîlerin üzerinde hiçbir etkisi olmadığı gibi konusu da fazla geçmez. Zaten Alevîler hadislerden de anlamazlar. Ne olduğunu, kimin söylediğini, yazdığını bilmezler. Şimdi dönüp baktığımızda Alevîlik tarihte çağda çok büyük yol kat etmiştir. Özellikle cumhuriyette ve özellikle de 1960 ihtilalinden sonra Alevîler, ulaşılması çok zor olan bir yol kat etmişlerdir. Bu toplumla ne kadar övünülse azdır.95 Bu ifadelerin Alevîliğin eski ve yeni, sözlü ve yazılı kaynaklarıyla uyuştuğunu söylemek zordur. Çünkü Alevîliğin eski ve yeni, sözlü ve yazılı kaynaklarında hadislere çokça yer verildiği veya işaret edildiği bir gerçektir. Bunda şifahî geleneğe bağlı olarak tasavvufla örtüşen bir sünnet anlayışı yanında, sahip oldukları hadis kültürü etkendir. Ancak konuya farklı yaklaşan ve bir problem ortaya çıktığında hangi hadislere göre hüküm verileceği hususunda fikir yürütenler de yok değildir. Bu bağlamda Buyruk’taki96 şu ifadeler hayli dikkat çekici ve eleştirel bir bakışın olduğunu da ortaya koymaktadır. "Bu nedenle kesin olmayan, belgelenmemiş hadislere göre hüküm verilmez. Arapça'da söz çoktur. Bunların Türkçe'ye çevrilmelerinde bir çok yanlış ortaya çıkar. Kesinlikle Kur’ân'a göre karar vermek gerekir. Pir Tanrı'nın vekili sayılır. Ona bir emanet verilmiştir. 90 S. Hüseyn Gaybî, vr. 104a. 91 Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, Ant Yayınları, İstanbul 1993, s. 326. 92 Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevîlik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, s. 150. 93 Aziz Yalçın, Yorum ve Açıklamalarla Makalat-ı Hacı Bektaşi Veli, Der Yay., İst.,1993, s. 196. 94 Bedri Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 62. 95 İsmail Metin, Alevîliğin Anayasası, Akyüz Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 185-186. Farklı yansımaları için bkz. Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevîlik, Yön Yayınları, İstanbul, 1992, (6.Baskı), s. 239-243. 96 Buyruk, haz. Fuat Bozkurt 11. 296 Emanete hiyanet edilir mi?"97 "Gün olup da burada karşılığı verilmemiş bir sorun çıkarsa pir, onu Kur’ân ve hadislere göre çözümlemelidir."98 Alevî ve Bektaşilikte Hz. Peygamber’in peygamberliği kabul ve tasdik edildiği, sözlü ve yazılı literatürlerinde hadislerin çokça kullanıldığı, hatta hadisi/sünnete dayandırılan en belirgin uygulamalar Cem, İkrar, Musahiplik, Tevellâ-Teberrâ olarak gösterilirken, bazı eserlerde On iki hizmet ve Düşkünlük hadis/sünnetle ilişkilendirilmektedir. Alevî-Bektaşîler genellikle hadislere, dört kapı ve kırk makamın açıklanması, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehl-i Beytin hayatları ve faziletleriyle ilgili metinler, merasimlerin çeşitli merhaleleri, tarikatla ilgili şekli unsurların sembolik izahlar, nasihatlar, çeşitli vesilelerle irad edilen sual ve cevap fasıllarında yer vermektedirler. Bu mahiyette Alevî ve Bektaşî kaynaklarda pek çok örnek bulunmaktadır: “Şeriat sözlerim, tarikat fiillerim, hakikat halim, marifet halimin başı, fazilet dinim, muhabbet aslım, şevk bineğim, havf yoldaşım, ilim silahım, hilim arkadaşım, tevekkül hoşnutluğum, kanaat hazinem, sıdk konağım, yakin sığınağım, fakirlik diğer amellerime karşı övüncümdür.” “Ben bir gizli hazineydim, bilinmeyi istedim ve insanları yarattım.” “Ben yere ve göğe sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” “Nefsini bilen Rabbini de bilir.” “Aliyi sevmek Allah'ın cennetine nail olmaktır.” “Ben ve Ali aynı nurdanız.” “Ey Ali etin etim, kanın kanım, cismin cismim, ruhun ruhumdur, canın benim canımdır.” “Kim ihlas ile ‘Lâ ilâhe illallah’ derse cennete girer” vb. hadisler yer almaktadır. Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda bu daha belirgin şekilde ortaya çıkmıştır. Buna etken olan unsurlar arasında Bektaşiler arasındaki ahlak ve benzeri konulardaki bazı adab ve erkanın hadis edebiyatından mülhem olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca bu eserlerde zannedildiği gibi sadece Şii kaynaklardaki hadislerin değil, Sünni kaynaklardaki hadislerinde kullanıldığını, asıl çerçeveyi tasavvufî anlayışın oluşturduğunu ve sûfi çevrelerde kullanılan hadis kültürünün Alevî-Bektaşî edebiyata da yansıdığını görmekteyiz. Hatta kendi dini tasavvurlarının şekillenmesinde hadislerin azımsanmayacak derece etkin olduğu söylenebilir. Ancak hadis rivayet tekniklerinin hadisçilerin rivayet tekniklerine uyduğunu söylemek zor olduğu gibi, senede yer vermeme ve manayla rivayet gibi bir çok yönden de hadisçilerden ayrılmaktadırlar. Bu durum onların literatürlerinde bolca zayıf ve mevzu rivayet bulunmasına neden olmuştur. Muhtemelen Alevî-Bektaşî kültürünün büyük ölçüde şifahi geleneğe dayanması bu duruma neden olan en etkin faktördür. Sonuçta olarak Alevî-Bektaşikte Kur’ân, Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed’e nazil olmuş, içinde her ne bildirilmişse iman edilmesi gereken kutsal bir kitap olarak kabul edilmekte, yine Kur’ân Hz. Muhammed’in ağzından çıkarak yazılan Allah Kelamı veya Hz. Muhammed’in gönlüne yansıyan, gönlünde tecelli eden bilgilerin onun sezgisel aklı tarafından yorumlanması, yorumlanıp açıklanması şeklinde de tanımlanmaktadır. Peygamber telakkileri konusunda ise, bütün Müslümanlar gibi Alevî-Bektâşiler de Hz. Muhammed’in peygamberliği kabul ve tasdik ederler. Hz. Muhammed olmadan ve onun yolundan gitmeden İslâmiyet’ten söz edilemeyeceğini söylerler. Sözlü ve yazılı literatürlerinde Hz. Peygamber’in hadislerini çokça kullanmışlar, bir çok uygulamalarını hadislere dayandırmışlardır. 97 Buyruk, haz. Fuat Bozkurt, 92. Burada söz konusu olan anlaşılmayan veya sahih olmayan hadisler olabilir. Ancak bu durumda Kur’ân’a arzdan bahsedilebilir. 98 Buyruk, haz. Fuat Bozkurt, 146. 12. 297 GELENEKSEL ALEVÎLİKTE İBADET TELAKKÎLERİ Cenksu ÜÇER* Giriş Bu bildiride, Tokat bölgesinde yürütülen alan araştırmasında elde edilen verilerden hareketle Geleneksel Alevîlikteki ibadet telakkîleri ele alınacaktır. Bölgede yürüttüğümüz çalışmada Alevîler arasında epistemolojik kabuller anlamında farklılıkların olduğu görülmüştür. Buna göre, Alevîleri “ilham ve keşfi bilgi kaynağı” olarak kabul edenler ve etmeyenler şeklinde iki ana gruba ayırmak mümkündür. Geçmişten günümüze Alevî denildiğinde “ilham ve keşf merkezli telakkîler”in anlaşıldığı muhakkaktır ki, bu bağlamda Alevîler arasında yürütülen tartışmalarda ilham ve keşf merkezli Alevîliğin asıl Alevîlik olduğunun ısrarla vurgulandığı görülmektedir.1 Biz de bildirimizde ilham ve keşfi birinci derecede bilgi kaynağı olarak kabul eden Geleneksel Alevîlikteki ibadet telakkîlerini ele alacağız. 1. Alevîlik Bu girişten sonra Geleneksel Alevîlikten ne anlaşılması gerektiği hakkında bir çerçeve çizilebilir. Bilindiği gibi, sözlükte “Ali’ye mensup”, “Ali’ye ait” ve “Ali soyundan olan” anlamlarına gelen Alevî kelimesine2 terim olarak siyâsî, itikâdî ve tasavvufî açıdan çeşitli anlamlar yüklenmiştir.3 Bu terim siyâsî alanda, Hz. Ali’nin birinci halife olması ve halifeliğin onun soyundan gelenlerce yürütülmesi gerektiği yönündeki kabullere sahip olanlar için kullanılmışken; itikâdî alanda Hz. Ali’yi en üstün sahabî olarak görenlerin yanı sıra, kendisine peygamberlik konusunda paye verenlerden ulûhiyyet atfedenlere varıncaya kadar, çok geniş bir yelpazede ifade edilebilecek çeşitli inançları taşıyanlar, bu terimin kapsamında değerlendirilmişlerdir. Tasavvuf alanında ise silsilelerini Hz. Ali’ye dayandıran tarikatlar genel olarak Alevî -meşreb- olarak isimlendirilmiş, aynı zamanda cehrî zikri tercih eden tarikatlar da Alevî kelimesi ile nitelendirilerek, Hz. Ali de cehrî zikri benimseyenlerin pîri olarak kabul edilmiştir.4 Tokat bölgesinde yürüttüğümüz alan araştırmasında, günümüzde Alevî kelimesinden, kelimenin ıstılahî bütün anlamlarının bir bileşkesinin anlaşılması gerektiği görülmüştür. Buna göre, Tokat bölgesindeki Alevîlerin, gerek Hz. Ali’nin birinci halife olması gerektiği yönündeki kabulleri, gerek onun en üstün sahabî olmasından, kendisine birtakım ilâhî sıfatlar atfedilmesine varıncaya kadar çok farklı da olsa, hakkında bazı inançları benimsemeleri, gerekse tarikat silsilelerini Oniki İmam’dan biri yoluyla Hz. Ali’ye ulaştırmaları, “Alevîlik’ten, ıstılahî alanlarda kullanıldığı bütün anlamların bir bileşkesinin anlaşılması gerektiği” yönündeki tespitimize temel * Dr., OMÜ İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi, e-mail:
[email protected] 1 Bkz.: Mehmet Yaman, Alevîlik İnanç-Edeb-Erkân, İst., 2001, s. 16. 2 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, Dâru’l-Maârif, Kahire, ty., c. IV, s. 3095; Ebû Sa’d Abdülkerîm b. Muhammed b. Mansûr et-Temîmî es-Sem‘ânî, el-Ensâb, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1998, c. IV, s. 229; Ayrıca bkz.: Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkilap ve Aka Kitabevleri, İst., 1977, s. 19; Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, İst., 1993, s. 233; Ahmet Yaşar Ocak, “Alevî ”, DİA, c. II, İst., 1989, s. 368-369. 3 Ocak, agm., s. 368-369. 4 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkilâp Kitabevi, İst., 1953, s. 199; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yay.,İst., 1990, s. 201, 202. Kelimenin ıstılah olarak kullanımı ile ilgili olarak ayrıca bkz.: Cenksu Üçer, Tokat Yöresi Alevileri, Tarihçesi, İnançları, Örf ve Adetleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 2005, s. 15-17. 13. 298 gerekçe oluşturmaktadır. Nitekim, Hz. Ali’yi en üstün sahabî ya da velâyet kapısının pîri olarak görseler dahi, Rufâîlik, Kâdirîlik vb. silsile ve zikir şekli itibariyle “Alevî meşrep” kabul edilen tarikatların, Alevî olarak isimlendirilmemeleri yukarıdaki tespitimizi destekleyen fiilî bir durumdur. Günümüzde Alevî kelimesinin neyi ifade ettiği Tokat bölgesinde, kendileriyle mülakat yapılan kişilerin yaptıkları tanımlarda görülebilir. Buna göre, bölgedeki insanların Alevîlik tanımlarında “Hakk-Muhammed-Ali”, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Kur’an, Ehl-i Beyt, tecellî ve evliyâ kültü vb. inançlar; dört kapı-kırk makam ve üç sünnet-yedi farz gibi âdâb ve erkân; eline- diline-beline sahip olmak, döktüğünü doldurmak, ağlattığını güldürmek, aç doyurmak, açık giydirmek, başkalarını kendi nefsine tercih etmek vb. ahlakî ilkelerin ağırlık kazandığı ve Alevîliğin tarikat şeklinde tanımlandığı görülmektedir.5 Alevî ibadet hayatının temeline oturtulan cemlerin birer zikir toplantısı olması, Alevîlikteki İkrar Verme Ceminin aslında bir tarikata giriş, inâbe-biat uygulamasından farklı bir şey olmaması,6 diğer tarikatlarda olduğu gibi, pîr, şeyh, dede, rehber, tâlip (mürid) şeklindeki bir hiyerarşik yapılanmanın bulunması, bazen sözlü de olsa kimi Zeyne’l-Abidin,7 kimi İmam Cafer,8 kimi Musa Kazım9 ve kimi de İmam Rıza10 aracılığı ile silsilelerini Hz. Ali’ye ulaştırmaları11 ve Alevîlerin kendilerince metbu ocak12 denilen ana ocak/baş ocakların tekkeleri durumundaki tekkeler etrafında bir yapılanma sergilemeleri ve her bir grubun müstakil olarak varlığını sürdürmesi, tarikatların fiilî, insanî, fikrî ve maddî birtakım ortak unsurları13 göz önünde bulundurulduğunda, Alevîlik şemsiyesi altında toplanan bütün grupların birer tarikat olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim, cem esnasında coşkuyu sağlamak için okunan deyiş ve nefeslerin, diğer tarikatlardaki ilahîler,14 kullanılan saz ve keman gibi enstrümanların, kudüm, def veya ney ile aynı mahiyette olması15 göz önüne alındığında Alevîliğin tarikat olarak değerlendirilmesi gerektiği görülmektedir. Günümüzde Alevî kelimesiyle nitelendirilen gruplar, her bir grupta Dedeliğin babadan oğula geçmesi, her grubun kendine özgü bazı uygulamalarının olması, yine tarikatlarının işleyişini kendi içlerinde yürütmeleri ve diğer gruplardan olanların tarikatlarına alınmaması (Bektâşîliğin Babağan kolu hariç), “soy sürme”nin esas olması vb. özel bazı hususlar dolayısıyla 5 Üçer, age., s. 34-38. 6 İlhan Cem Erseven, Alevilerde Semah, Ant Yay., İst., 1996, s. 206; Metin Bozkuş, Tarihten Günümüze Sivas Yöresinde Alevilik, Sivas, 2000, s. 208; Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliği, Berfin Yay., İst., 2000, s. 373; Harun Yıldız, Anadolu Alevîliği Amasya Yöresi Bağlamında Bir İnceleme, Araştırma Yay., Ank., 2004, s. 166. 7 Eyüp Yıldırım, 1931 Tokat Çerçi doğumlu, ilkokul mezunu, Zeyne’l-Abidin Ocağı Dedesi. 8 Mustafa Pekgöz, 1959 Doğlacık doğumlu, ilkokul mezunu, İmam Cafer Ocağı tâlibi. 9 Pek çok Bektâşî’nin kendilerini Musa Kazım’a bağladıkları bilinen bir husustur. 10 Nesimi Yıldız, 1931 Zile Küçükaköz doğumlu, İmam Rıza ocağına bağlı Şıhanlı aşireti Dedesi, okur- yazar, Dedeci Bektâşî; Yusuf Özer, 1933 Zile doğumlu, ilkokul mezunu, İmam Rıza ocağı Dedesi, Dedeci Bektâşî; Sadık Arslan (Güzel Dede), 1924 Erbaa Keçeci doğumlu, okur-yazar, Keçeci Baba sülâlesinden dede. 11 Bu geleneğin bölge dışındaki Alevîler için de söz konusu olduğu bilinmektedir. Bkz.: Cemal Şener, Benim Kabem İnsandır, Ad Yay., İst., 1996, s. 98-99. Nitekim Çankırı bölgesinde bulunan Seyyid Hacı Ali Türabî Ocağının silsilesini Muhammed Bakır yoluyla Hz. Ali’ye dayandırdığı görülmektedir. Bkz.: Alemdar Yalçın-Hacı Yılmaz, “Bir Ocağın Tarihi: Seyyid Hacı Ali Türâbî Ocağı’na Ait Yeni Bilgiler ”, HBVAD, S.,26, Ank., 2003, s. 85. 12 Nejat Birdoğan, Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, Berfin Yay., İst., 1995, s. 206. 13 Kara, age.,s. 200-271; Osman Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Seha Neşriyat, İst., 1995, s. 107-169. 14 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DİB Yay., Ank., 1966, s. 301-302. Bu konuda ayrıca bkz.: İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, çev.: Turan Alptekin, Cumhuriyet Kitapları, İst., 1999, s. 24-25. 15 Şehirlerde icra edilen Bektâşî ayinlerinde saz veya kopuzun yanında kudüm, tambur, çalpala gibi aletler de kullanılır. Abdülkadir Sezgin, Sosyolojik Açıdan Alevilik-Bektaşilik,Yeni Türkiye Yay., Ank., 2002, s. 89. 14. 299 “soya (ocaklara) dayalı tarikatlar” şeklinde nitelendirilmelidir.16 Nitekim varlıklarını “soya dayalı” olarak sürdürseler de söz konusu gruplarda hakim olan en belirgin özellik, tarikatların ortak unsurlarının hepsini bir şekilde barındırıyor olmasıdır. Bu da söz konusu bu yapılanmaların17 net olarak “soya dayalı tarikatlar” şeklinde tanımlanmasını mümkün kılmakta ve günümüzde Anadolu’da yaşayan Alevîliğin soya (ocaklara) dayalı tarikatlardan oluşan gruplar(topluluklar) bütünü için bir üst kimlik veya bir şemsiye kavram olduğunu göstermektedir. 2. İbadet Telakkîleri Alevîlerin ibadet telakkîlerini ele almaya başlarken, kendilerinin ibadet hayatlarını tasavvuf ve tarikat hayatı kalıpları içerisinde şekillendirdikleri ifade edilmelidir. Alevîlerin, “imanı ikrâr olarak görmek” suretiyle inanç konusunda sergiledikleri tavrı18 ibadet hayatlarında da temel hareket noktası olarak kabul etmeleri son derece anlaşılır bir durumdur. Nitekim, bütün dînî telakkîlerini tarikat hayatı bağlamında değerlendirerek ibadet hayatları için de söz konusu yaklaşımı esas alan Alevîlerin, bir zikir ayini olan ‘cem’i temel ibadet olarak kabul etmeleri bunun açık göstergesidir. İslâmlaşma sürecinde ilk dönemlerden itibaren karşılaşarak benimsedikleri ve sosyal bünyelerine uyarlayarak aldıkları sûfî karakterli İslâm anlayışı, geçmişten günümüze Alevîlerin dînî hayatını o derece şekillendirmiştir ki, Alevîler her şeyi bu alana hasretmişlerdir. Bilindiği gibi, “Fütüvvetnâmeler ve XVI. yy. Alevî kaynakları incelediğinde karşılaşılan zihniyet, Türk tasavvuf geleneğinde Ahmet Yesevî ile başlayan, Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre ve Cebbâr Kulu’yla devam eden, Dört Kapı-Kırk Makam etrafında şekillenen dinamik din anlayışıdır. Kaynaklardaki bu din anlayışı, temel inanç esaslarını ve ibadetlerini Hanefî-Maturidî geleneğinde muhafaza ve kabul eder. Ancak, muhtemelen taşradaki dînî hayatın şekillenmesi ve bazı çevrelerde hakim olan bâtınî tavır, bunlarda temel İslâmî ibadetlere farklı yorumlar getirerek onların ifasında ‘olumsuz bir tutum’ sergilemelerine neden olmuştur. Bu ‘olumsuz tutum’ zamanla tarikat geleneği içindeki merasimlerin, ibadetlerin yerine kâim aslî unsurlar haline dönüşmesine yol açmıştır.”19 Bu durum, her şeyi tasavvuf kalıpları içerisinde anlamlandıran Alevîlerin, neden ibadetleri de bu çerçevede anladıklarını net olarak açıklamaktadır. Hatta, Alevîlerdeki bu tavır o noktaya varmıştır ki, temel İslâmî ibadetlerden; bazısına halkacık namazında olduğu gibi ‘ismiyle’, bazısına oruçtaki gibi ‘şekliyle’, bazısına ise hacdaki gibi ‘benzeriyle’ kâim ibadetler ikâme etmişler ve fakat bunları da tarikat hayatı kalıplarında anlamlandırmışlardır. Bu durum ibadet psikolojisi ile bağlantılı görülmelidir. Zira gerek sosyal yapıları, gerek tasavvuf anlayışları, gerekse teberrâ anlayışı gereği temel İslâmî ibadetler hakkında ‘olumsuz tutum’ sergileyen Alevîlerin, ibadetlerin dînî hayatın ayrılmaz bir parçası olması20 dolayısıyla, ihtiyaca binâen, temel telakkîleri çerçevesinde bir ibadet hayatı oluşturma durumunda kaldıkları anlaşılmaktadır. 16 Alevîliğin soya dayalı tarikatlar olarak isimlendirilmesini anlamlandıracak bazı veriler için bkz.: Recep Cengiz, Çamiçi Beldesinde Dini Hayat; Alevilik Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, FÜSBE, Elazığ, 2000 s. 149-153; Yahya Mustafa Keskin, Değişim Sürecinde Kırsal Kesim Alevîliği Elazığ Sünköy Örneği, İlâhiyât Yay., Ank., 2004, s. 254. 17 Günümüzde Tokat’taki yapılanma ile ilgili olarak bkz.: Üçer, age., s. 107-120. 18 Üçer, age., s. 147-148, 152. 19 M. Saffet Sarıkaya, “Alevilik ve Bektaşiliğin Ahîlikle İlişkisi –Fütüvvetnamelere Göre-“, İslâmiyât, c. VI, S. 3, Ank., 2003, s. 110. Fütüvvetnâmeler’deki bu din anlayışı hakkında ayrıca bkz.: Ali Torun, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1998, s. 255-236, 325-377. Alevîlik’te ibadetlerle ilgili olarak bkz.: Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik Bektâşîlik, Selçuk Yay., İst., 1990, s. 286-291; İlyas Üzüm, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevîlik, Horasan Yay., İst., 2002, s. 122-126 s. 38-43. 20 Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İst., 1968, s. 189-193; Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Çamlıca Yay., İst., 2003, s. 116-123. 15. 300 Burada her şeyi tarikat hayatı kalıplarında anlamlandıran ve dolayısıyla temel İslâmî ibadetleri de bu bağlamda şekillendiren Alevîlerin bu tavırlarının, gerek İslâm’la karşılaştıkları ilk dönemlerdeki yarı göçebe ya da göçebe sosyal yapılarından, gerek ilk dönemlerde muhatap oldukları, iman ve ameli birbirinden ayıran Mürcie ve Kerrâmiyye gibi mezhepler ve tarihsel süreçte hiçbir zaman uzak kalmadıkları Şîî-Bâtınîlik’ten İsmâîliliğe, Melâmetîlik’ten Hurûfîliğe çok geniş bir yelpazede müteessir oldukları bâtınî karakterli hareketlerden kaynaklandığı; asıl etkinin ise yukarıda anılan geleneklerin tesiriyle oluşmuş tasavvuf telakkîleriyle ortaya çıktığı ifade edilmelidir. Nitekim, tasavvuf sistemini, Dört Kapı-Kırk Makam prensibi üzerine kuran Alevîler, temel İslâmî ibadetleri dört kapının ilki olan “Şeriat Kapısı”nın gereği olarak görmekte, bu ibadetlerle ilgili teklifin “şeriat makamındaki kişiler için geçerli olduğunu” kabul etmektedir. Kendilerini “Tarikat Makamının” müntesipleri olarak gören Alevîler, doğal olarak şeriat makamının ibadetleriyle mükellef olmadıklarını düşünmektedirler. Alan araştırmaları esnasında dikkat çeken bazı uygulamalar ve tespit edilen yaklaşımlar, temel İslâmî ibadetler hakkında sergiledikleri tutumda göz ardı edilmemesi gereken diğer önemli hususun, Alevîlikteki teberrâ anlayışı olduğunu ortaya koymaktadır. Alevîler arasında bugünkü anlamında Safevî etkiyle benimsendiği bilinen teberrâ anlayışı,21 “Ali’yi sevmeyeni sevmemek” şeklinde genel bir anlam içerse de, özel anlamda “öteki” olarak kabul ettikleri Sünnîlerden “uzak durmayı” ve “onlara benzememeyi” ifade etmektedir. Bu noktada bölgedeki Alevîlerin, Müslümanlığı Sünnîlik ile eşdeğer görüp kendilerini Müslüman şeklinde isimlendirmek yerine İslâm olarak isimlendirmeleri, teberrâ anlayışının boyutlarını göstermesi açısından burada zikredilebilir.22 “Öteki” olarak gördüklerinin ismiyle anılmaktan kaçınan Alevîler’in, “ötekilerinki” olarak gördükleri bazı ibadetlerle ilgili olumsuz bir tutum sergilemeleri şaşırtıcı değildir. Nitekim, oruç tutan Alevîlerin, oruçlarını açarken, akşam ezanından biraz önce ya da sonra açmaları ve bunu Sünnîlere benzememek adına yapmaları,23 konuyla ilgili tespitleri desteklemektedir. Akşam ezanıyla beraber oruç açmanın bir Muâviye adeti24 olarak görülmesi, teberrâ anlayışının, temel İslâmî ibadetler noktasında sergilenen ‘olumsuz tutum’da göz ardı edilmeyecek kuvvetli bir psikolojik etken olduğunu göstermektedir.25 Burada, Alevîliğin temel İslâmî ibadetleri tarikat hayatı kalıplarına uydurarak kendilerince yorumlamak suretiyle kazandırdıkları şeklin, daha iyi anlaşılması için bazı somut örnekler verilerek konunun işlenmesine devam edilebilir. a. Gusül ve Abdest Günümüzde Alevîler, Alevîliğin temel kaynaklarındaki vurgu doğrultusunda26 kahir ekseriyetle cinsel ilişkiden sonra, görgüye girerken, kurban keserken, bayram namazlarından önce, musahiblik erkanında vb. gusül ve abdest alırken, daha çok, söz konusu kaynaklarda da görülen gusül ve abdestin batınî/tasavvufî yorumuna vurgu yapmaktadırlar. Nitekim her dört 21 İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmaları, çev.: Turan Alptekin, Cem Yay., İst., 1994, s. 133-134; Ahmet Yaşar Ocak; “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslâm Heterodoksisinin Doğuş ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış”, Belleten, c. LXIV, S. 239, Ank., 2000, s. 148-149. 22 Üçer, age., s. 33. 23 Ali Gökvelioğlu, 1933 Sivas Yıldızeli Esençay (Cenikdere) doğumlu, Kızıldeli Evlatları’ndan Bektaşi Dedesi; Fazlı Doğan, 1929 Niksar Akgüney doğumlu, İlkokul mezunu, Bektaşi Dedesi. 24 Ali Gökvelioğlu Dede, bunun “rahmetli Nergiz Annesi’nden aldığı bir ilham” olduğunu dile getirmektedir. 25 Alevîlerin temel İslâmî ibadetler konusunda takındıkları olumsuz tavır hakkında bkz. Üçer, age., s. 191-193. 26 Buyruk nüshalarında “tâlibe önce abdest gerektiği” belirtilmekte, “yol ehli olanların her sabah temizce yıkanıp abdest almaları” tavsiye edilmektedir Erdebilli Şeyh Safî ve Buyruğu, (bundan sonra Şeyh Safî Buyruğu şeklinde kullanılacaktır), haz.: Mehmet Yaman, İst., 1994; s. 49, 129. 16. 301 kapının kendine has cünüplüğü vardır. Buna göre şeriat makamının cünüplüğü ihtilâm olmak ya da cimâ etmek; tarikatın cünüplüğü, pirsiz yola çıkmak; marifetin cünüplüğü, nefsini bilmemek; hakikatın cünüplüğü ise kendi ayıbını örtüp, başkasınınkini âşikâr etmektir.27 Nitekim, cimadan sonra yıkanılır, ama bu, temizlik amaçlıdır. Alevîlik’te cünüplük, görgüde verilen sözün bozulması, yani tarikat zinâsı yapmaktır. Bu da yıkanmakla temizlenmez.28 Bu noktada asıl taharetin, tarikat meydanında halk nazarında temizlenmek olduğu temel anlayış olarak kabul edilmiştir. Aynı kabul abdest için de söz konusudur. Bölgede Ehl-i Beyt Vakfı’nın görüşlerine yakın olanlar29 hariç, abdesti Hanefî usûle göre alan Alevîler30 arasında “gönül abdesti”31 ya da “ruh abdesti”32 de denilen “tarikat abdesti”nin asıl olduğu yönünde bir vurgunun yapıldığı görülmektedir.33 Buna göre, tarikat abdesti, cemde görgü sırasında toplum huzurunda kimseye elinden, dilinden ve belinden bir zarar gelmeyeceğine dair söz vermektir ki işte abdesti alınmış ve namazı kılınmış olmak da bu demektir.34 Alevîler’in şeriat abdesti olarak isimlendirdikleri abdesti almakla beraber, tarikat abdesti dedikleri ve cemlerde sembolik olarak yerine getirdikleri abdeste daha çok önem verdikleri anlaşılmaktadır. Bu da bildirimizin ana fikri olan “Alevîlerin bütün dînî telakkîlerini tarikat hayatı kalıplarında şekillendirdikleri” görüşünü açıkça desteklemektedir. b. Namaz Alevîliğin temel kaynaklarında namazla ilgili kuvvetli vurgular vardır. Sözgelimi, Makâlat’ta, susuz abdest, abdestsiz namaz olmayacağı gibi namazsız da Allah’a yaranma’nın olmayacağına açıkça işaret edilmekte,35 namazla ilgili bazı benzetmelerin de yapıldığı görülmektedir.36 Vilâyetnâme’de, Hacı Bektaş Velî’nin kerametlerinden birisinin darı çeçinin 27 Ali Gökvelioğlu. Aynı yaklaşımın kaynaklarda da aşırı bir vurguyla dile getirildiği görülmektedir. Bkz.: Esad Coşan, Hacı Bektaş-ı Velî Makâlât, Seha Neşriyat, Ank., ty., s. 8; İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, (bundan sonra Cafer Sadık Buyruğu şeklinde kullanılacaktır.), haz.: Adil Ali Atalay, Can Yay., İst., 1998 s. 106. Ayrıca bkz.: Yaman, age., s. 345. 28 Haydar Çelebi, 1952 Zile doğumlu, ilkokul mezunu, esnaf, Bektâşî tâlibi; Abdullah Kurt, 1966 Zile doğumlu, üniversite terk, Babacı Hubyarlı Dede. 29 Ehl-i Beyt Vakfı çevresinde bazı uygulamaların Caferî fıkhı çerçevesinde yerine getirildiği bilinmektedir. 30 Ali Gökvelioığlu,Fazlı Doğan, Haydar Çelebi, Eyüp Yıldırım, Muharrem Tuncer, 1948 Reşadiye Sazak doğumlu, lise mezunu, esnaf, Dedeci Bektâşî tâlibi, Hüseyin Yıldız, 1939 Zile Akkılıç doğumlu, ilkokul mezunu, Vekilci Bektâşî Dedesi (Vekil Dede), Derviş Başdoğdu, 1927 Zile Akçakeçili doğumlu, okur-yazar, Babacı Bektâşî (Sırrıcı), Bektaş Aldemir, 1952 Zile Çakırçalı doğumlu, ilkokul mezunu, Şah İbrahimî dedesi, Dursun Şahin, 1982 Almus doğumlu, Açıköğretim İktisat Fak. öğrencisi, Kul Himmetli (Şahinoğlu Ocağı mensubu), Saduk Dere, 1933 Keçeci doğumlu, emekli, Keçeci Baba dedesi. 31 Hüseyin Yıldız. 32 Abdullah Kurt. 33 Hemen hemen bütün Dedeler “tarikat abdesti”nin önemine işaret etmektedir. Alevîler arasında tarikat hayatı kalıplarında dile getirilen bu yaklaşımın temel kaynaklarda da aynı çerçevede ele alındığı görülmektedir. Nitekim Buyruk nüshalarında abdest hakkında dört kapıyla ilgili anlamlar yüklenerek bir kabulün dile getirildiği göze çarpmaktadır: “Amma şeriat abdesti su ile olur. Tarikat abdesti, Pîr elinden biat etmektir. Marifet abdesti, nefsini bilip Rabbi’ni bilmektir. Hakikat abdesti, öz kendi ayıplarını görüp, başkalarının ayıbını örtmektir.” Şeyh Safî Buyruğu, s. 50. Ayrıca bkz.: İmam Cafer Buyruğu, s. 167, 184; Şeyh Safî Buyruğu, s. 108, 129. 34 Ali Gökvelioğlu, Ali Arslan, 1938 Almus Gölgeli doğumlu, emekli öğretmen, Eraslan Ocağı (Bektâşî) dedesi, Mustafa Şener, 1939 Tokat doğumlu, ilkokul mezunu, emekli, Pir Sultan Ocağı tâlibi, Derviş Başdoğdu. 35 Coşan, age., s. 8. Buradaki orijinal ifade şu şekildedir: “Pes imdi adam gerek kim suya yaraya ve su gerek kim abdeste yaraya ve abdest gerek kim namaza yaraya ve namaz gerek kim Çalap Te‘alâ’ya yaraya.” 36 Coşan, age., s. 77. Ayrıca bkz.: Abdurrahman Güzel, Hacı Bektaş Velî ve Makâlât, Akçağ Yay., 17. 302 üstünde iki rekat namaz kılmak olduğu inancının işlenmesi37 ve Buyruk nüshalarında Hz. Peygamber’in iki rekat namaz kılması,38 evliyanın dostu olmak için namaz ve niyazın gerekli olması,39 ve Kur’an’daki “Ülâike ke’l-en‘âmi bel hum edall”40 ayetinin kimler için olduğu sayılırken, salât ve zekât ehlinden olmayanların da bu kapsamda zikredilmesi,41 vb. bu vurgunun açık göstergesidir.42 Her ne kadar gelenekte namazın kılındığı ile ilgili şeyler anlatılsa,43 namaz kılmamalarının hata olduğu yönünde görüşler beyan edilse44 ve çoğunlukla bayram namazları ve cenaze namazı kılınsa ve Cuma namazını kılanlar bulunsa da45 istisnası olmakla beraber46 Alevîler, kimi Hz. Ali’nin camide öldürülmesinden dolayı camiye gitmediklerini ve namazı terk ettiklerini,47 kimi bu namazın beş vakit olarak Hz. Peygamber’in vefatından sonra, Hz. Ömer48 ve özellikle Emevîler ile Abbâsîler döneminde düzenlenmiş olduğunu,49 kimi de kendilerinin Ank., 2002, s. 239. Makâlât’ta namazın ele alınışı ile ilgili ayrıca bkz.: Güzel, age., s. 82-85. 37 Vilâyetnâme, s. 16. 38 Şeyh Safî Buyruğu, s. 82. 39 Şeyh Safî Buyruğu, s.57. 40 Kur’an, A’râf (7): 179. 41 Buna göre ayet, şunlar için gelmiştir: “…Hak’ı bâtıldan ayırmazlar ve Adem’e secde eylemezler, salât ve zekât ehlinden değillerdir. Hakk Te‘âlâ’nın sırlarını düşünmezler. Hayvan gibi yeme-içme ve şehavâttan başka birşey bilmezler. Bunlar dünyaya tapar, ahireti unuturlar.” Şeyh Safî Buyruğu, s. 49. 42 Fütüvvetnâmeler’de, şeddin dürülmesi te’vil edilirken, şeddin beşe katlanması “İslâm’ın beş şartına ve beş vakit namaza yorulmuş, İslâm’ın beş temel üzerine yükseldiği ve bunlardan birinin namaz olduğu işlenmiş, dört kapı-kırk makam ele alınırken şeriat makamının ilk sıralarında namaz sıralanmış, namazın kazaya konmaması salık verilerek, bunun fetâlığın şartlarından birisi olduğu söylenmiş ve namazın ihlasla kılınması gereği “iftitah tekbirinin, güneş ışınları misâli vücudun her zerresine işlemesi gerektiği” gibi çeşitli benzetmelerle anlatılmıştır. Bkz.: Mehmet Saffet Sarıkaya, XIII-XVI. Asırlardaki Anadolu’da Fütüvvetnamelere Göre Dinî İnanç Motifleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002, s. 116-120. 43 Sözgelimi, Dervişçiler’in Dedesi/Babası Dursun Baba’nın müridlerine beş vakit namaz kıldırdığı, Alıçözü köyündeki sohbetler esnasında dile getirilmiştir. Muharrem Tok, 1911 (1329 h.) Zile Alıçözü (Kasın) doğumlu, Dervişçi Bektâşî. Hubyar geleneği içinde de bu tür kayıtlara rastlamak mümkündür. Bekir Ege (1935 Turhal Ulutepe doğumlu, Köy Enstitüsü mezunu, medresede de okumuş, emekli Başkomiser), babasının beş vakit namaz kılıp, cemaate de kıldırdığını söylemektedir. 44 Bu görüşe göre, Alevîler’in namaz kılmaması hatadır, çünkü Hz. Ali bizzat kendisi namaz kılmıştır. Hz. Ali’nin namaz kıldığının göstergesi de kendisinin camide yaralanmasıdır. Muharrem Tuncer, Ergün Kılınçarslan, 1959 Reşadiye doğumlu, üniversite mezunu, Bektâşî tâlib. 45 Ali Gökvelioğlu, Emrullah Eraslan, 1930 Niksar Ataköy doğumlu, Alevî Hocası, Güvenç Abdal Ocağı tâlibi, Bektâşî, Hüseyin Yıldız, Süleyman İş, 1933 Zile doğumlu, ilkokul mezunu, emekli işçi, Haydar Çelebi, Haydar Baykal, 1950 Zile doğumlu, Zile Göçenli köyünden, emekli öğretmen, Yağmur Ocağı Dedesi, M. Ali Çelik, 1938 Dodurga doğumlu, Nefes Evlatları’ndan Bektâşî; Rıza Pirdoğan, 1968 Tokat doğumlu, ortaokul mezunu, esnaf, Şah İbrahim tâlibi, Eyüp Yıldırım. Hüseyin Yıldız “herkes olmasa da” derken; Eyüp Yıldırım “sadece cenaze namazının kılındığını” dile getirmektedir. Saduk Dere de Keçeci köyündeki cami yanmadan önce Cuma ve bayram namazlarının şer‘î usullere göre kılındığını söylemektedir. 46 Az da olsa Alevîler arasında namaz kılanların olduğu dile getirilmektedir. Emrullah Eraslan, Hüseyin Yıldız. Nitekim kaleme alınan eserlerde namazın maddî ve manevî değerinden bahsederek, namazın beş vakit farz kılındığı ve bu ibadet esnasında yapılan hareketlerin, söz gelimi, tekbir alırken elleri kulağa götürmenin, dünya meşgalelerini arkaya atıp, tertemiz bir kalp ile yalnız Allah’ın huzurunda olmayı düşünmek için yapıldığı gibi anlamlara geldiği hakkında yorumlar yapıldığı da görülmektedir. Bkz.: Mehmet Dişkıran, İnançta Devrim (Evrensel Çağrı), Can Yay., İst., 1996, s. 205-210. 47 Dursun Şahin, Bekir Baytekin, 1931 Ulutepe doğumlu, İbrahim Ethem tâlibi, Alevî Hocası, Ahmet Gökduman, 1931 Zile Alıçözü doğumlu, okuma-yazma bilmiyor, Keçeci Babalı, Kasım Kip, 1957 Tokat Eskiköy doğumlu, ilkokul mezunu, Bektâşî tâlib. Nitekim Bekir Baytekin, “Önce cami de namaz da bizim imiş.” demektedir. 48 Sadık Kaplan, 1928 Zile Yalınyazı (Maşat) doğumlu, ilkokul mezunu, Dedeci Bektâşî, talip, ayrıca bkz.: Aşık Durmuş Günel, El Ele El Hakk’a., Can Yay., İst., 2000, s. 33. 49 Halil Öztoprak, Kur’an’da Hikmet Tarih’te Hakikat, Can Yay., İst., 1990, s. 12; Cemal Şener, Alevilik 18. 303 tarikat ehli olmaları sebebiyle şeriat makamının gereği olan namazdan sorumlu olmadıklarını50 söyleyerek birtakım gerekçelerle beş vakit namaz kılmamaktadırlar.51 Ancak Alevîler, yukarıda bahsettiğimiz doğrultuda beş vakit namaz yerine, sadece adı aynı olan bir uygulama ikame etmişlerdir. Buyruk nüshalarında namaz konusunun bâtınî/tasavvufî yorumlarla da verildiği görülmekle birlikte52 günümüzde Alevîler arasında namaz denilince “halkacık namazı” ya da “halka namazı” denilen tarikat namazı anlaşılır. Alevîler genellikle, şeriat namazı olarak gördükleri beş vakit namazı kılmamakta, bunun yerine konu girişinde işaret edilen hususlar doğrultusunda şeklen ve muhteva olarak farklı bir namaz ihdas etmiş bulunmaktadırlar. Nitekim Alevîler arasında asıl olan tarikat namazıdır.53 Bu namaz sadece tarikatlarda kılınmaz, caminin bulunmadığı köylerde şer‘î şekliyle bayram namazı kılınmadığı zaman, bunun yerine de halka namazı kılınır. Hatta kimi yerlerde şer‘î bayram namazından sonra ek olarak halka namazının da kılındığı bilinmektedir.54 Bu namazın Perşembe akşamları edâ edilmesiyle Cuma namazının da kılınmış olduğu kabulü,55 hem zihniyet dünyalarında, “şeriat makamının gereği olarak terk ettikleri” ibadetlerle ilgili kabullerin bir şekilde varlığını, hem de bunlar yerine alternatif uygulamalar ikâme ettikleri ile ilgili dile getirdiğimiz hususların doğruluğunu açıkça göstermektedir. c. Oruç Alevîlerin temel İslâmî ibadetler noktasında bunları tarikat hayatı kalıplarında anlamlandırarak farklı yorumlar getirdikleri tezimize güzel bir örnek, oruç hakkındaki uygulamalarıdır. Farklılıklarına rağmen Alevîler arasında tutulan oruçlar, Muharrem (12 gün), Medet- Mürüvvet (2-3 gün), Hızır (3-7 gün), 48 Perşembe, adak oruçları ve farklı sayılarda tutulan Ramazan orucu (3-9-30 gün) şeklinde sıralanabilir. Burada yukarıdaki tezimizi destekleyecek olması dolayısıyla bütün Alevîlerin “üzerinde ittifak ederek tuttukları tek oruç olan 12 günlük Muharrem Orucu” ile beraber 48 Perşembe orucundan bahsedilebilir. Alevîlerin, -özellikle sûfî meşreb- diğer Müslümanlar tarafından müstehab olarak tutulan 10 günlük Muharrem orucunu56 –ki, Muharremde üç gün sünnet Nedir Şaha Doğru Giden Kervan, Ant Yay., İst., 2000, s. 98. 50 Saduk Dere. Alevîler’in niçin namaz kılmadıkları hakkında dile getirilen görüşler için bkz.: Haydar Kaya, Alevi Bektaşi Erkânı, Evrâd’ı ve Edebiyatı, Engin Yayıncılık, İst., 1996, s. 120-123. 51 Ali Gökvelioğlu, Derviş Başdoğdu. Ali Dede “Alevîlik’te şeriat namazı yoktur.” diyerek bu konudaki temel yaklaşıma da ışık tutmaktadır. 52 Şeyh Safî’nin dilinden beynamazın kim olduğu şu şekilde anlatılmaktadır: “Beynamaz şunlardır ki; Hakk sevgisini, Peygamber mihrini ve erenlerin muhabbetini gönülden çıkara ve bunların yerine dünya tamahı, kin, kibir, kıskançlık ve kötü düşünceler doldura ve gönlünde büyüklük taslaya, Hakk’a baş eğmeye ve Hakk sözüne karşı gelip, baş indirmeye.” Şeyh Safî Buyruğu, s. 48. Bu konuda başka bir misal için bkz.: İmam Cafer Buyruğu, s. 28, 119. 53 Ali Gökvelioğlu, Emrullah Eraslan, Hüseyin Yıldız, Derviş Başdoğdu, Dursun Şahin. Piri Er, Geleneksel Anadolu Aleviliği, Evrak Yay, Ank., 1998, s. 11. 54 Nesimi Yıldız, A. Rıza Aykul, 1954 Zile Akçakeçili doğumlu, ilkokul mezunu, esnaf, Dedeci Bektâşî, İmam Rıza Ocağı dedesi; Bektaş Aldemir. Bayramlarda kılınan halka namazı 2’si temennâ ve tecellâ (temennâ ve tecellâ, orada bulunan insanların meydan ve posta niyazları ve rızalık almak için birbirleriyle niyazlaşmalarıdır ‘Bektaş Aldemir’) ve 3’ü düvaz imam sürmek üzere 5 rekat olarak tanzim edilmiştir. Bektaş Aldemir, A. Rıza Aykul. 55 Derviş Başdoğdu, Dursun Şahin. Derviş Başdoğdu “Kırksekiz Perşembe mü’minlerin bayramı” deyişinin bunun delili olduğunu dile getirmektedir. 56 Ebû Hafs Şihabeddin Ömer es-Sühreverdî, Tasavvufun Esasları –Avârifu’l-Meârif Tercümesi-, haz: H. Kamil Yılmaz, İrfan Gündüz, Erkam Yay., İst., 1989, s. 416; İmam Gazalî, İhyâu ‘Ulümi’d-Din, ter. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay., İst., 1975, c. I, s. 669. 19. 304 olarak telakkî edilerek oruç tutanların varlığı da bilinmektedir-,57 Oniki İmam merkezli anlayışları çerçevesinde on ikiye tamamlayarak asıl oruç olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Burada zikredeceğimiz ikinci örnek, genelde yaşlı ve yola bağlı Alevîlerce tutulan 48 Perşembe orucudur. Perşembe oruçlarının, Hz. Peygamber’in Perşembe gecesi miraca çıktığı inancından hareketle, sünnet olarak tutulduğu ifade edilmektedir.58 48 Perşembe orucu, tarikata giriş törenlerinde dedenin talipten “hak olduğu” yönünde ikrâr istediği konulardan biridir.59 Bu ise diğer Müslümanlar tarafından da Pazartesi-Perşembe oruçları olarak ve sünnet şeklinde değerlendirilerek tutulduğu bilinen orucun, Alevîler tarafından kendi telakkîleri çerçevesinde anlamlandırılarak ve bir tarikat erkanı haline getirilerek tutulduğunu ortaya koymaktadır. d. Hac Hac konusu, Alevîler’in temel kaynaklarında hem Ka‘be haccı,60 hem tasavvufî anlam yüklenerek gönül haccı, hem de bâtınî karakterin ağır basmasıyla tarikat hayatında yapılan ziyaretlerin hac olarak kabul edilmesi şeklinde yer almaktadır. Nitekim kaynaklarda hacla ilgili olarak Ka‘be haccıyla beraber gönül haccının da önemine işaret eden pasajlar görmek mümkündür. Sözgelimi, Makâlât’ta, Ka‘be’ye gidene kılavuz gerektiği, gönlün kılavuzunun ise Allah olduğu dile getirilerek başlanan cümlelerde, hakkı batıldan ayırmak ihram giymeye, yoldan bir taş kaldırmak hacdaki şeytan taşlamaya, nefsin hevâ ve hevesini tepelemek kurban kesmeye, geçmiş ömür Safâ’ya, gelecek ömür Merve’ye, geçmiş ömür için pişmanlık duyup tevbe etmek ve kalan ömrü Allah’ın kulluğunda geçirmek Safâ ile Merve arasında yürümeye, devamlı tevbe istiğfar halinde olmak Ka‘be’yi tavaf etmeye benzetilmektedir.61 Alevî kaynaklarda yukarıda ortaya konulduğu şekliyle tasavvufî düşüncede görülebilecek yaklaşımların yanında, tarikat hayatıyla ilgili uygulamaların bâtınî yorumlarla hac yerine ikâme edildiği hususu da göze çarpmaktadır. Buna göre, tâlibler, pîrlerinin ve mürşidlerinin evini ziyaret etmekle, “binbir kere hacı ve gâzî olup, bütün günahlardan kurtulup masûm pâk olurlar.”62 57 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İst., 1957, s. 356. 58 Bektaş Aldemir, Dursun Şahin. 59 Ali Gökvelioğlu. Ayrıca bkz. Şeyh Safî Buyruğu, s. 141. 60 Bisâtî, Şeyh Sâfî Buyruğu (Menâkıbu’l-Esrâr Behcetü’l-Ahrâr), haz.: Ahmet Taşğın, Rheda- Wiedenbrück Çevresi Alevi Kültür Derneği Yay., Ank., 2003, s. 18; Hasan Yüksel- Saim Savaş, Üveysilikten Bektaşiliğe Kitab-ı Cebbâr Kulu, Sivas, 1997, s. 22; Vilâyetnâme, s. 7,11, 65. 61 Coşan, age., s. 74-75. Buyruk nüshalarında da bu hususun işlendiği görülmektedir. “Mü’minin gönlü Allah’ın evidir.” sözünün açıklandığı pasajda şunlar söylenmektedir: “Mü’minlerin gönlü, Hakk’ın nazârgâhıdır. Hâlis gönül’e günde yetmiş kez bakar, inâyet, merhamet ve şefkatiyle nazar eder. Her kimin gönlünde Hakk korkusu yahut sevgisi var ise, o bakışın eseri görünür. Ve eğer yok ise, sınık dildir (kalbi temiz değil, bozuktur), o kimse taş gönüllüdür. Taşa su etki etmez, ona da söz etki etmez.” Şeyh Safî Buyruğu, s. 52. 62 İmam Cafer Buyruğu, s. 118, 125, 183. Aynı hususun Şeyh Safî Buyruğu’nda da aynı çerçevede işlendiği görülmektedir: “Tarikat içinde Hacc’a gitmek mürebbînin gönlüne girmektir. Zahiren Ka‘be’ye giden, ayağı ile yürür gider. Amma, Gönül Ka‘besi’ne yüzü üzerine yürür gider. Dünya padişahları da Ka‘be’ye karşı başlarını koyup, yüzlerini toprağa sürerler, yani namaz kılarlar. Hakk’a niyaz ederler. Ammâ ârif olan kişi Hakk’ı bilir, kendisine secde kılar. Hakk’ı bilmeyen sonuna dek müşkil içinde kalır. Hemen cehdedip bir gönül ele getirmeye gayret et ki Ka‘be’ye varasın, Hakk’ı kendi evinde göresin.” Hatâyi hal çağında Hakk gönül alçağında Yüzbin Ka‘be yapmaktır Bir gönül al-çağında.” Bkz.: Şeyh Safî Buyruğu, s. 53. 20. 305 Günümüzde, Alevîlerin hac telakkîlerinin bu son noktada yoğunlaştığı görülmektedir. Her ne kadar temel Alevî kaynaklarında temel İslâmî ibadetlerden birisi olan hac, özgün şekliyle kabul edilse de, pîrin evini ya da makamını ziyaret etmek gibi tarikat hayatındaki uygulamaların, bâtınî bir yorumla hac ibadetinin yerine yerleştirildiği görülmektedir. Buna göre, Alevîler arasında gönül haccı esastır.63 Burada, “Allah’ın mü’minin kalbinde olduğu” şeklindeki tasavvufî kabulün, Alevîlerin hac konusundaki tutumlarını şekillendirdiği anlaşılmaktadır. Tasavvuftaki söz konusu kabulü kendi telakkîleri çerçevesinde şekillendiren Alevîler, kalbin Allah’ın evi olduğundan hareketle,64 “insanlarla görüşüp, onlarla iyi geçinmenin, onları kırmamanın, onların gönüllerini hoş tutmanın bir hac olacağı” şeklinde bâtınî bir düşünceye sahip olmuşlardır. Cemlerde yapılan ve cemal cemale gerçekleştirilen ibadetlerde bu maksadın gerçekleştirildiğini düşünen Alevîler, bu yöndeki düşüncelerinden hareketle Kabe’yi ziyaret etmeyi hac için bir şart olarak görmemektedirler. Nitekim, haccın varlığı kabul edilse de, çok az istisnası olmakla beraber65 Alevîler çoğunlukla hacı olmak için Mekke’ye gitmezler.66 Alevîler getirdikleri bâtınî yorumlarla temel İslâmî ibadetlerden birisi olan haccı terk etseler de, konunun girişinde ifade edilen, “terk ettikleri bu ibadetlerin yerine bazısına ismiyle, bazısına şekliyle, bazısına ise benzeriyle kâim ibadetler ikâme etmeleri” hususuna bağlı olarak, Kabe’deki haccın unsurlarını Hacı Bektâş’a taşımak suretiyle benzeriyle kâim bir hac ibadeti ikâme etmişlerdir. Buna göre Alevîler hacı olmak için Hacı Bektâş’ı ziyaret ederler.67 Alevîler arasında evliyâ kültüne bağlı olarak evliyâ ziyaretleri de önemli bir yer tutar. Alevî tekke ziyaretinin, hacca alternatif teşkil edecek bir şekilde anlamlandırılması ise bu bildirimizin ana teması için güzel bir örnektir. Bu ziyaretin, Hacı Bektâş Tekkesi’nin diğer tekkelere hakimiyet kurması doğrultusunda, “Hacı Bektâş Tekkesi ziyareti” etrafında sistemleşmiş olmasına rağmen, bölgede bulunan iki ana ocağın mensuplarının, Hacı Bektâş ziyaretine ek olarak Hubyar ve Keçeci Baba ziyaretlerinin de hac yerine geçeceği hususundaki kabulleri,68 işaret ettiğimiz “tekke ziyaretlerinin hacca alternatif teşkil edecek bir şekilde anlamlandırılması” hususuna ışık tutmaktadır. Bu da Alevîlerin bütün telakkîlerini tarikat hayatı kalıplarında şekillendirdikleri tezimizi açıkça destekleyen bir husustur. e. Malî İbadetler Burada, yukarıda örnekleriyle verdiğimiz bu tespitimizi mali ibadetler olarak yerine getirdikleri uygulamalar da doğrulamaktadır. Nitekim bütün telakkîlerini tarikat hayatı bağlamında oluşturan Alevîler, maddî ibadetleri de bu çerçevede şekillendirmişlerdir. Alevîler, diğer tarikatlarda da görülebileceği üzere, gelen gidenin yeme-içme ve konaklama ihtiyaçlarını karşılamak ya da bu işi yürüten insanların yaptıklarına maddî katkı 63 Mustafa Temel, 1938 Almus Hubyar doğumlu, Yüksek Okul terk, Hubyar Tekkesi Postnişini. 64 “Beytullah, insanın kalbidir.” Emrullah Eraslan. 65 Haydar Çelebi, Eyüp Yıldırım, Hüseyin Yıldız, Haydar Baykal, İbrahim Günay, 1932 Turhal Ulutepe doğumlu, Hubyar dedesi, Süleyman İş, Dursun Şahin, Ahmet Şahin, 1934 Almus Görümlü doğumlu, ilkokul mezunu, Kul Himmet dedesi. Haccın varlığının Alevîler arasında kabul edildiği ile ilgili dile getirilen şu husus kayda değerdir. Alevîler dualarında, yaptıkları bu duaların “Hacc’da kesilen kurbanlar ve dualar hürmetine” kabul edilmesi yönünde bir talepte bulunurlar. Dursun Şahin, Ahmet Şahin. 66 Ali Gökvelioğlu, Haydar Çelebi, Eyüp Yıldırım, Hüseyin Yıldız, Haydar Baykal, İbrahim Günay, Süleyman İş, Dursun Şahin, Ahmet Şahin. 67 Ali Gökvelioğlu, Haydar Çelebi, Eyüp Yıldırım, Hüseyin Yıldız, Haydar Baykal, İbrahim Günay, Süleyman İş, Dursun Şahin, Ahmet Şahin, Nesimi Yıldız, Derviş Başdoğdu. 68 İbrahim Günay, “Hubyar’a yapılan ziyaret de hac yerine geçer” derken; Saduk Dere, Keçeci Babalılar arasında “Keçeci Baba’nın yedi defa ziyaret edilmesiyle hac sevabına erişileceği dair bir inancın olduğunu” dile getirmektedir. 21. 306 sağlamak türünden tarikat hayatının ekonomik/mali yönüyle ilgili uygulamaları maddî ibadet olarak görmüşlerdir. Bu bağlamda Karakazan Hakkı olarak Tekke ve Dergahlara Yapılan Yardımlar -ki, her grubun karakazanının bağlı olduğu Ocak’ın tekkesinde kaynamasından dolayı bu şekilde isimlendirmek daha doğru olacaktır- ve Hakkullah olarak Dedelere, yürütmüş oldukları hizmetler karşılığında verilen aynî ve nakdî yardımlar, Alevîlerin malî ibadet olarak yerine getirdikleri başlıca uygulamalardır. Alevîler’in malî ibadetler konusunda göstermiş oldukları bu tavır da, “şeriat makamının ibadetleri olarak gördükleri temel İslâmî ibadetleri bâtınî yorumlar getirerek tarikat hayatının kalıpları içerisinde anlamlandırdıkları ve uygulamalarını bu çerçevede yerine getirdikleri” tespitimizi en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Sonuç Soya dayalı tarikatlar olarak varlığını sürdüren Geleneksel Alevîlik, bütün dînî telakkî ve uygulamalarını tasavvuf ve tarikat hayatı çerçevesinde şekillendirmiştir. İmanı ikrar olarak gören ve bunu da “elest bezminde ruhların ezelde Hz. Ali tarafından kurulan ve Ehl-i Beytçe sürdürülen bu yola uyacaklarına dair Allah’a söz verdikleri” şeklinde yorumlayarak bir pîre ya da mürşide bağlanmak şeklinde anlamlandıran Alevîler, aynı tarzı ibadet hayatı için de hakim anlayış olarak kabul etmişler ve ibadet hayatı ile ilgili bütün telakkîlerini de bu bağlamda oluşturmuşlardır. Nitekim ibadet hayatlarının temeline bir zikir ayini olan “cem”i oturtan Alevîler, oruç, hac ve malî ibadetler gibi bütün ibadet telakkîlerini de tarikat hayatı kalıplarında şekillendirmişlerdir. Bütün bunlar, ibadet hayatı dahil bütün telakkîlerini tasavvuf ve tarikat hayatı kalıplarında şekillendirmesinden dolayı, Geleneksel Alevîliğin bu çerçevede anlaşılmasının daha sağlıklı bir tutum olacağını göstermektedir. Kaynakça I. Kaynak Kişiler Abdullah Kurt, 1966 Zile doğumlu, üniversite terk, Babacı Hubyarlı Dede. Ahmet Gökduman, 1931 Zile Alıçözü doğumlu, okuma-yazma bilmiyor, Keçeci Babalı, tâlib. Ahmet Şahin, 1934 Almus Görümlü doğumlu, ilkokul mezunu, Kul Himmet dedesi. Ali Arslan, 1938 Almus Gölgeli doğumlu, emekli öğretmen, Eraslan Ocağı (Bektâşî) dedesi. Ali Gökvelioğlu, 1933 Sivas Yıldızeli Esençay (Cenikdere) doğumlu, Kızıldeli Evlatları’ndan Bektaşi dedesi. A. Rıza Aykul, 1954 Zile Akçakeçili doğumlu, ilkokul mezunu, esnaf, Dedeci Bektâşî, İmam Rıza Ocağı dedesi. Bekir Baytekin, 1931 Ulutepe doğumlu, İbrahim Ethem tâlibi, Alevî hocası. Bekir Ege (1935 Turhal Ulutepe doğumlu, Köy Enstitüsü mezunu, medresede de okumuş, emekli başkomiser). Bektaş Aldemir, 1952 Zile Çakırçalı doğumlu, ilkokul mezunu, Şah İbrahimî dedesi. Derviş Başdoğdu, 1927 Zile Akçakeçili doğumlu, okur-yazar, Babacı Bektâşî (Sırrıcı), tâlib. Dursun Şahin, 1982 Almus doğumlu, Açıköğretim İktisat Fak. öğrencisi, Kul Himmetli (Şahinoğlu Ocağı mensubu). Emrullah Eraslan, 1930 Niksar Ataköy doğumlu, Alevî Hocası, Güvenç Abdal Ocağı tâlibi, Bektâşî. Ergün Kılınçarslan, 1959 Reşadiye doğumlu, üniversite mezunu, Bektâşî tâlib. Eyüp Yıldırım, 1931 Tokat Çerçi doğumlu, ilkokul mezunu, Zeyne’l-Abidin Ocağı dedesi. Fazlı Doğan, 1929 Niksar Akgüney doğumlu, İlkokul mezunu, Bektaşi dedesi. Haydar Baykal, 1950 Zile doğumlu, Zile Göçenli köyünden, emekli öğretmen, Yağmur Ocağı dedesi. Haydar Çelebi, 1952 Zile doğumlu, ilkokul mezunu, esnaf, Bektâşî tâlibi. Hüseyin Yıldız, 1939 Zile Akkılıç doğumlu, ilkokul mezunu, Vekilci Bektâşî Dedesi (Vekil Dede). İbrahim Günay, 1932 Turhal Ulutepe doğumlu, Hubyar dedesi. Kasım Kip, 1957 Tokat Eskiköy doğumlu, ilkokul mezunu, Bektâşî tâlib. 22. 307 M. Ali Çelik, 1938 Dodurga doğumlu, Nefes Evlatları’ndan Bektâşî. Muharrem Tok, 1911 (1329 h.) Zile Alıçözü (Kasın) doğumlu, Dervişçi Bektâşî. Muharrem Tuncer, 1948 Reşadiye Sazak doğumlu, lise mezunu, esnaf, Dedeci Bektâşî tâlibi. Mustafa Pekgöz, 1959 Doğlacık doğumlu, ilkokul mezunu, İmam Cafer Ocağı tâlibi. Mustafa Şener, 1939 Tokat doğumlu, ilkokul mezunu, emekli, Pir Sultan Ocağı tâlibi. Mustafa Temel, 1938 Almus Hubyar doğumlu, Yüksek Okul terk, Hubyar Tekkesi Postnişini. Nesimi Yıldız, 1931 Zile Küçükaköz doğumlu, İmam Rıza ocağına bağlı Şıhanlı aşireti Dedesi, okur- yazar, Dedeci Bektâşî. Rıza Pirdoğan, 1968 Tokat doğumlu, ortaokul mezunu, esnaf, Şah İbrahim tâlibi. Sadık Arslan (Güzel Dede), 1924 Erbaa Keçeci doğumlu, okur-yazar, Keçeci Baba sülâlesinden dede. Sadık Kaplan, 1928 Zile Yalınyazı (Maşat) doğumlu, ilkokul mezunu, Dedeci Bektâşî. Saduk Dere, 1933 Keçeci doğumlu, emekli, Keçeci Baba dedesi. Süleyman İş, 1933 Zile doğumlu, ilkokul mezunu, emekli işçi, Dervişçi Bektâşî, tâlib. Yusuf Özer, 1933 Zile doğumlu, ilkokul mezunu, İmam Rıza ocağı Dedesi, Dedeci Bektâşî. II. Kaynak Eserler BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, İst., 1957. BİRDOĞAN, Nejat, Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, Berfin Yay., İst., 1995. ⎯⎯, Şah İsmail Hatai, Yaşamı ve Yapıtları, Kaynak Yay., İst., 2001. BİSÂTÎ, Şeyh Sâfî Buyruğu (Menâkıbu’l-Esrâr Behcetü’l-Ahrâr), haz.: Ahmet Taşğın, Rheda- Wiedenbrück Çevresi Alevi Kültür Derneği Yay., Ank., 2003. BOZKUŞ, Metin, Tarihten Günümüze Sivas Yöresinde Alevilik, Sivas, 2000. CENGİZ, Recep, Çamiçi Beldesinde Dini Hayat; Alevilik Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma, Yayımlanmamış Doktora Tezi, FÜSBE, Elazığ, 2000. COŞAN, Esad, Hacı Bektaş-ı Velî Makâlât, Seha Neşriyat, Ank., ty. DİŞKIRAN, Mehmet, İnançta Devrim (Evrensel Çağrı), Can Yay., İst., 1996. ER, Piri, Geleneksel Anadolu Aleviliği, Evrak Yay, Ank., 1998. Erdebilli Şeyh Safî ve Buyruğu, haz.: Mehmet Yaman, İst., 1994. ERSEVEN, İlhan Cem, Alevilerde Semah, Ant Yay., İst., 1996. FIĞLALI, Ethem Ruhi, Türkiye’de Alevîlik Bektâşîlik, Selçuk Yay., İst., 1990. ⎯⎯, Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, İst., 1993. GÖLPINARLI, Abdülbâki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkilâp Kitabevi, İst., 1953. ⎯⎯, Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkilap ve Aka Kitabevleri, İst., 1977. ⎯⎯, Vilâyet-nâme, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, İnkılâp Kitabevi, İst., ty. GÜNEL, Aşık Durmuş, El Ele El Hakk’a, Can Yay., İst., 2000. GÜZEL, Abdurrahman, Hacı Bektaş Velî ve Makâlât, Akçağ Yay., Ank., 2002. İBN MANZÛR, Lisânü’l-‘Arab, Dâru’l-Maârif, Kahire, ty. İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, haz.: Adil Ali Atalay, Can Yay., İst., 1998. İMAM GAZALÎ, İhyâu ‘Ulümi’d-Din, ter. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay., İst., 1975. KARA, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yay.,İst., 1990. KAYA, Haydar, Alevi Bektaşi Erkânı, Evrâd’ı ve Edebiyatı, Engin Yayıncılık, İst., 1996. KESKİN, Yahya Mustafa, Değişim Sürecinde Kırsal Kesim Alevîliği Elazığ Sünköy Örneği, İlâhiyât Yay., Ank., 2004. KORKMAZ, Esat, Anadolu Aleviliği, Berfin Yay., İst., 2000. KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ank., 1966. MELİKOFF, İrene, Uyur İdik Uyardılar Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmaları, çev.: Turan Alptekin, Cem Yay., İst., 1994. 23. 308 ⎯⎯, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, çev.: Turan Alptekin, Cumhuriyet Kitapları, İst., 1999. OCAK, Ahmet Yaşar, Veysel Karanî ve Üveysîlik, Dergah Yay. İst., 1982. ⎯⎯, “Alevî ”, DİA, c. II, İst., 1989, ss. 368-369. ⎯⎯, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslâm Heterodoksisinin Doğuş ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış”, Belleten, c. LXIV, S. 239, Ank., 2000, ss. 129-159. ÖZTOPRAK, Halil, Kur’an’da Hikmet Tarih’te Hakikat, Can Yay., İst., 1990, PAZARLI, Osman, Din Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İst., 1968. PEKER, Hüseyin, Din Psikolojisi, Çamlıca Yay., İst., 2003. SARIKAYA, Mehmet Saffet, XIII-XVI. Asırlardaki Anadolu’da Fütüvvetnamelere Göre Dinî İnanç Motifleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002. ⎯⎯, “Alevilik ve Bektaşiliğin Ahîlikle İlişkisi –Fütüvvetnamelere Göre-“, İslâmiyât, c. VI, S. 3, Ank., 2003, ss. 93-110. SEM‘ÂNÎ, Ebû Sa’d Abdülkerîm b. Muhammed b. Mansûr et-Temîmî, el-Ensâb, Müessesetü’l- Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1998. SEZGİN, Abdülkadir, Sosyolojik Açıdan Alevilik-Bektaşilik,Yeni Türkiye Yay., Ank., 2002. SÜHREVERDÎ, Ebû Hafs Şihabeddin Ömer, Tasavvufun Esasları –Avârifu’l-Meârif Tercümesi-, haz: H. Kamil Yılmaz, İrfan Gündüz, Erkam Yay., İst., 1989. ŞENER, Cemal, Benim Kabem İnsandır, Ad Yay., İst., 1996. ⎯⎯, Alevilik Nedir Şaha Doğru Giden Kervan, Ant Yay., İst., 2000. TORUN, Ali, Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nâmeler, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1998. TÜRER, Osman, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Seha Neşriyat, İst., 1995. ÜÇER, Cenksu, Tokat Yöresi Alevileri, Tarihçesi, İnançları, Örf ve Adetleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, OMÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 2005. ÜZÜM, İlyas, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevîlik, Horasan Yay., İst., 2002. YALÇIN, Alemdar-YILMAZ, Hacı, “Bir Ocağın Tarihi: Seyyid Hacı Ali Türâbî Ocağı’na Ait Yeni Bilgiler ”, HBVAD, S.,26, Ank., 2003, ss. 83-120. YAMAN, Mehmet, Alevîlik İnanç-Edeb-Erkân, İst., 2001. YILDIZ, Harun, Anadolu Alevîliği Amasya Yöresi Bağlamında Bir İnceleme, Araştırma Yay., Ank., 2004. YÜKSEL, Hasan- SAVAŞ, Saim, Üveysilikten Bektaşiliğe Kitab-ı Cebbâr Kulu, Sivas, 1997. 24. 309 ALEVİ SÜNNİ FARKLILAŞMASI VE BÜTÜNLEŞMESİ: BALLICA KASABASI VE SÜNNETÇİLER KÖYÜ ÖRNEĞİ Adem EFE* Giriş Anadolu uzun zamandır yerleşik hayata geçmiş, okuma yazma bilen, gelişmiş bir kültür seviyesine sahip şehirli Türklerle, yazılı kültürle tanışmamış göçebe ve köylü Türk boylarına ev sahipliği yapmıştır. Bu iki topluluk arasındaki sosyo-ekonomik ve kültürel fark, onların İslâm’ı anlayış, yorumlayış ve yaşayışlarına ister istemez etkilemiştir. Yeni dininin esaslarını ve kurallarını ana kaynaklardan öğrenme imkanına sahip bulunanlar arasında Ehl-i Sünnet İslâm anlayışı yayılıp gelişirken, bu imkanlardan yoksun olanlar arasında halk İslâmlığı diye adlandırılan, Alevilik inancı neşvü nema bulmuştur.1 Alevîlik, Hz. Muhammed’in ehl-i beytine, özellikle de Hz. Ali soyuna gösterilen derin saygı, sevgi ve yandaşlık olan dinî ve siyasî grupların genel adını ifade etmektedir.2 İslâm dünyasında İmamiye, Zeydiye, Galiye, Müellihe, Ali-İlahiler ve İsmaililik gibi dinî ve siyasî gruplar Alevilik şemsiyesinin altında toplanmaktadır. Anadolu Aleviliğine ise tarihi süreç içersinde, esas olarak Bektaşilik, Kızılbaşlık, Tahtacılık, Çepnilik ve Türkmenlik gibi adlandırmalar yapılmıştır. Bunların yanı sıra Sıraçlar (Tokat), Nalcılar (Ordu), Elçiler, Abdallar, Kızıldeliler, Talibiler, Arapkirliler, Amucalar3 ve Çaylaklar isimlendirmeleri de, Anadolu ve Trakya'da Aleviler için kullanılmıştır. Yine tarihi süreç içinde birtakım siyasi ve ideolojik bakış açıları altında Aleviler için küçültme ve ayrıksı bir grup ifadesi olarak Rafiziler, Kızılbaşlar, Mülhidler, Zındıklar betimlemesi yapılmıştır. Bu tür tasvirler sadece Alevilik için değil, ana kitleden ayrıksı tüm birey ve gruplar için kullanılmaktadır. Başka bir deyişle bu betimlemelerle İslâm’a aykırı olan bütün dini yorum ve inanç türleri kastedilmektedir.4 Biz bu bildiride bunları bir kenara bırakarak Sünni olarak bilinen Ballıca Kasabası ile kendilerini Alevi-Bektaşi olarak tanımlayan Sünnetçiler Köyü'nü örneklem alarak; Alevi Sünni farklılaşmasının dinsel açıdan olduğu ve bunda kalıp yargıların başlıca rolü oynadığı; Her ne kadar iki topluluk arasında bazı farklar olsa da kültürlerinin aynı olduğu; Bu ortak kültür değerlerinin sosyal bütünleşmeye yardımcı oldukları; Sosyal bütünleşme için her iki topluluğun da olduğu gibi kabul edilmesi ve ortak noktalarda birbirlerini anlamaya çalışmaları gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız. I-Alevi Sünni Farklılaşması i-Sünni Kalıp Yargılar Türk toplumunda, Alevi Sünni farklılaşmasının, toplulukların kendilerini “öteki”lerden farklı olarak algılamalarından kaynaklandığı söylenebilir.5 Aynı coğrafyanın, aynı kültürün unsurları * Dr., SDÜ. İlahiyat Fakültesi, Isparta/TÜRKİYE e-posta: ademefe@ilahiyat sdu.edu.tr 1 Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İletişim Yay., İstanbul 1996, s. 25 2 Necdet Subaşı, Alevi Modernleşmesi, Kitabiyat Yay., Ankara 2005, s. 17. 3 Bu konuda bkz. Refik Engin, Amuca Kabilesi’nde ve Trakya’da Kurban Kesme Geleneği, Can Yay., İstanbul 2004. 4 Selim Eren, “Heterodoks Grupların Yapısı ve Bu Tür Grupların Araştırılmasında Yöntem Sorunu”, Türk Din Sosyolojisinin Temel Sorunları Sempozyumu, GÜ. Çorum İlahiyat Fakültesi, 11-13 Haziran 2004, Çorum 2005, s. 281. 5 Hüseyin Bal, Sosyolojik Açıdan Alevi-Sünni Farklılaşması ve Bütünleşmesi, Ant Yay., İstanbul 1997, s. 334.