T.C. KÜLTÜR BAKANLIGI ANITLAR VE MOZELER GENEL MOOORLOGO ı No: 1676 ı ARASTIRMA ı , . . . , TOPLANTISI ANKARA -24-28 MAYIS 1993 KÜLTÜR BAKANLlGI ı ı i 1676 ı ve Müzeler Genel ğ ı ı 94-06-Y-00139 ı Fahriye BAYRAM HandanEREN Nurhan ÜLGEN Filiz KAYMAZ Ahmet Hamdi ERGÜRER ISBN: 975 • 17·1432· X ISSN: 1017 - 7663 Not: Bildiriler, ş ı ı ğ ş ve ş ı ı göre ı ı ş ı ANKARA İ İ İ ANKARA - 1994 içiNDEKiLER Sayfa ErdemYÜCEL Ayasofya'da Türk ı ı ş ı (1992) 1 Werner JOBST Archaologie und Denkmalpflege im Bereich Des 'GroBen Palastes' Von Konstantinopel 9 Eugenia BOLOGNESI The Great Palace Survey: The First Season 19 Rüçhan ı Kubad-Abad/Malanda Yüzey ş ı ı 35 Roberto BIXIO Surveys in the Underground Cities of Cappadocia 43 ODTÜ ı ğ ı ş ı ı Grubu Antakya ı ı ı ı Yüzey ş ı ı 1992 57 Veronique FRANçols, Bernard GEYER, Jacques LEFORT Prospection Dans la Region de Bursa 1992 65 James G. CROW Survey At Buzluca, Trabzon Vilayet, Turkey 1992 73 Christian MAREK 1992 ı ı ve Kastamonu'da ş ı Kaunos ve Patara ı ı Epigrafik ş ı 85 Christian MAREK Epigraphische Forschungen in Kastamonu 1992 . (Epigraphic Survey in Kastamonu 1992) 105 ID Thomas DREW-BEAR Dokimeion'dan Yeni ı 111 PeterFREI Epigraphisch-Topographische Forschungen in ş 1992 123 Mustafa H. SAYAR ğ Trakya'da Epigrafi ve ğ ş ı 1992........ 129 Mustafa H. SAYAR, Peter SIEWERT, Hans TAEUBER ğ Kilikya'da Epigrafi ve ğ ş ı 1992....... 137 James RUSSELL New Roman Military Diplomas in the Alanya and Anamur Museums 161 Eugenio La ROCCA Archaeologiçal Survey in the Gulf of Mandalya (Caria) Report on the 1991 Campaign 169 Wolfgang BLÜMEL Epigraphische Forschungen im Westen Kariens 1992 191 Ender V İ İ Uranion Kenti ve Çevresi, Stratonikeia'da Dionysos ğ ı 199 F. Sancar OZANER Vespasianus-Titus Tüneli ve Yol ı ğ ı Çevre ğ ş 205 Harun Ş ı Karain Çevresinde Yeni Bir ğ Boynuzluin ş ğ ı 227 Wulf SCHIRMER ğ 1992 237 A. TubaÖKSE Sivas İ 1992 Yüzey ş ı ı 243 Andreas MÜLLER-KARPE Yeni Bir Hitit Merkezi: ş ı ş 1992 ı ı Yüzey ş ı ı 259 N Nurettin ı ı 1992 Ş ı ı Yüzey ş ı ı 265 Mehmet İ 1992 ı ı Yüzey ş ı ı 285 Mehmet İ 1992 ı ı Isparta-Gelendost Yüzey ş ı ı 301 Sachihiro OMURA 1992 ı ı İ Anadolu'da Yürütülen Yüzey ş ı ı İ İ ğ Anadolu Bölgesi'nde Urartu Baraj ve Sulama Sisteminin ş ı ı ı 1992 337 Aynur ÖZFIRAT II. ı ğ ı Seramik Kültürleri Uzerine ş ı 359 Vecihi ÖZKAYA Erzurum-Horasan-Aliçeyrek Köyü Yüzey ş ı ı 379 H. ş ÖZBEK Myra, Tlos ve Phaselis ı ş ı ı , .397 Tülay İ Kelenderis ı ı Fiziksel Bozulmalar .405 Hande KÖKTEN ı ı Tümülüsü Araba ı Konservasyon Projesi , 4 i 3 Peter R. PRACHER, ş ı İ Britta PRACHER Die Konservierung der Knidischen Fresken im Museum Für Unterwasserarchaologie in Bodrum .421 John James COULTON Balboura Research Project 1992 429 Yasemin TUNA NÖRLING Attika Siyah Figür ğ ı Anadolu'da ı ı ı 437 v Michael BALLANCE The Roman Basi1ica At Aspendos, 1956 and 1992 .453 Wolf KOENIGS Priene 1992 465 ş İ Prokonnesos - 1992 ı ş .483 İ Akdeniz Bölgesi Antik ğ ğ ı ve Ş İ ş 505 Mehmet i. TUNAY Enez ı Fresko ş ı 521 Serra DURUGÖNÜL, F. Sancar OZAl.'l'ER Adamkayalar (Kilikya) ı Arkeolojik ve . Morfolojik Yönden ğ ve ı ş Oneriler 527 Geoffrey D. SUMMERS 1991 ı ı ı Yüzey ş ı ı 547 Mark WHITTOW Anadolu Orta ğ Kaleleri Etüdü Birinci Sezonu (1992): Mastaura Kalesi 559 Turan EFE 1992 ı ı Kütahya, Bilecik ve ş İ ı Yüzey ş ı 571 VI AYASOFYA'DA TÜRK ı Ş (1992) Erdem YÜCEL* ı boyunca görkemini yitirmeyen ı mimarisi ve mozayikleri ş Türk ğ ı ı ı ı ş ı ı ı da çok ya- ı tarihlerde ş ı ş ı Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya'ya yeni bir düzen ğ ı ı bütününe ı ş ona ı ekler yapmakla ş Musla- hattin, ı Atik, Hayrettin ve Sinan gibi ünlü Türk ı ı Aya- sofya'ya ğ ş Ayasofya'da Sultan III. Murat, Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan ı .Sultan I. Mustafa ve ş türbeleri bir arada bu- ı Böylece Ayasofya, ş ı ş ı ı bir arada gö- mülü ş ötürü ı bir özellik ş ı ı ı ı ı Sultan I. Mahmut'un (1730-1754) UHe devrinin tüm özelliklerini ı tan h. 1153 (1740) tarihli ş ı ı ı Mektebi', Rokoko uslübundan son derece ş bir ı ı olan imareti-, kütüphanesi', * Erdem YÜCEL, Ayasofya Müzesi Müdürü, İ (1) Kemal Altan, "Ayasofya ı Türk Sanat Ekleri" Arkitekt, İ 1935, C.5,s.264- 267; Sezer ğ "Ayasofya ve ı Ekleri" Ayas'ofya Müzesi ı ı ğ ı İ 1969, S. 8, s.57-59; Erdem Yücel "1982-1983 ı ı Ayasofya'da Türk ı ı ş ı Bi- rinci ı ı Türk Belediyecilik Kongresi, Girne 1984, s.97-104; Azade Akar, "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair ş ı ı Dergisi, İ 1971, S.IX, s.227-290. (2) Sezer ğ "13. ı İ ş ve Ayasofya Ş ı ı ı Dergisi, İ 1965, ı s.93-1 Iü; Sezer ğ "Ayasofya Ş ı ı Ayasofya Müzesi ı ı ğ ı İ 1961, S. 3, s.35-36; R.Ekrem Koçu," Ayasofya Ş ı ı ı mad. İ ı lopedisi 1960, C.3, s.I485. (3) ı ı Mekteplerinin tipik ğ olup h. 1155 (1743) de ı ı ı ş ı (4) Erdem Yücel, Ayasofya Müzesi, Istanbul 1986, s.32. (5) Erdem Yücel, "La Bibliotheque du Sultan Mahmut I, Sainte Sophie Travaux et Recherches en Turque, Collection Turkey, Paris i 984, II, s.201-208; Erdem Yücel.i''Ayasofya ı ğ ı Türkiyemiz 1984, S.42, s.I 1-17. 1 Sultan Abdülmecit'in hünkar mahfilis, muvakkithanesi? Sultan İ sebili-, ş ile. Türk sanat ve kültürünün ı buraya ı vu- ş Bu mimari ekler, Türk ı ı en güzel maden, stüko, çini'" ğ ş ğ ile ş aynca ünlü Türk hattatlanndan Teknecizade ı Efendi ile Kazasker Mustafa Efendi'nin ı bu ğ ta- ı ş ı . ı ş bütün bu eserleri bir de ş mitler ta- ı Ayasofya'da Türk ı ı ş öncelikle 1982-1988 ı daki onanm ı ş ile ş ı ş ı Oncelik1e Fatih Sultan Meh- met'in ı kuzeyine ı ı ğ ı ve 1934 de ı ı medresenin temelleri ı ı ş ve ortaya temel kaideleri, bölme duvarlan, su yollan ve ş ı kaidesi ı ı ı ş ı Bunu Sultan i. Mah- mut'un(1730-1754) h. 1152 (1736) ı ı ı ı ğ ı çinileri, sedef kak- ı dolap kapaklan, edirnekari bezemeleri. ı frizleri, tunç ş ile ilginç bir Türk ı ı olan kütüphanenin düzenlenmesi ş (6) Semavi Eyice, Ayasofya (3) Türk Devri, İ 1966. S.27-28; Erdem Yücel, Ayasofya Müzesi,Istanbul1986. ' (7) Semavi Eyice "Ayasofya Horologion'u ve Muvakkithanesi" Ayasofya Müzesi ı ı ğ ı İ bul 198 S.9, s.12-24. (8) Ayasofya ı ı ı Hümayun Caddesi ile ş ğ yerdeki sebili Sultan İ (1640-1648) de ı ı ş ı Sebil üzerinde ı tarihi ve ı belirleyecek bir ı ol- ı ş ı ı Izzet ı sebilin Sultan ı ı ı ı ı ğ ı ı belirt- ş Bkz. Izzet ı İ Sebilleri, İ ı ı s.65. (9) Ayasofya önündeki Alemdar caddesinde yer alan ş 1911 de Neo-klasik üslupta Sul- tan Mehmed ş ı ı ş ı Uç ı kitabesi olan ş üzerindeki ş ğ ı ka- ı yok ş Bkz. Erdem Yücel, Ayasofya Müzesi, İ 1986, s.31; i. Hilmi ı ş ı İ ş İ 1943, ı R.Ekrem Koçu, "Ayasofya ş İ tanbul Ansiklopedisi, Istanbul 1960, C.3, s.1476-1477. (10) ı çinileri mihrap yönü ile sultan i. Mahmut Kütüphanesinde, türbeler bölümün- de ş ı ı ı ı Bkz. Erdem Yücel, ı Çinileri" Kültür ve Sanat, An- kara, 1989, S.4, s.10-14. (ll) Teknecizade İ Efendi'nin h.1061 (1651) tarihli ı ı buraya ı ı ş 1847 de G.T. Fossati'nin Ayasofya ı ı ı ı yerlerinden ş Ne ı ki bu levhalar bi- linmeyen bir tarihte yok ş Günümüzde ı yerinde Kazasker Mustafa İ Efendi'nin ı ı ı (Bkz. Müstekimzade Süleyman Sadeddin, Tuhfe-i Hatta- tin, İ 19f8, I. s.48; Erdem Yücel "Ayasofya ı ı Hikayesi" Türk ı Tarih Dergisi, Istanbul 1990, S.45, s.45-48; Sedat ı ı ı Hayat Tarih ı İ 1970, S.l, s. 74-77; Kubbede ise yine Kazasker Mustafa İ zet Efendi'nin ı En-NUr suresinden ı ı ş bir ayet yer ı (12) Bkz. Süheyl Ünver "Ayasofya Türk Efsaneleri ı Türk Folklor ş ı ı S.3-7; Evliya Çelebi Seyyahatnamesi, ş ı Zuhuri ı ş İ İ 1971, I, s. 139-140; Erdem Yücel ı İ İ ı ş ı Türk ı Tarih Dergisi, İ 1987, S. 5,s.9-14. (13) Erdem Yücel, :'1982-1983 ı ı Ayasofya'da Türk ı ı ı ş ı Türk ı ş ı ı Istanbul 1983, S. 26 1.s. 200-211; E. ı Ayverdi. Fatih Devri Mimarisi, İ tanbul1953 s. 277-278; A. Süheyl Unver, Ali ş İ 1942. 2 ı camiye ş ğ ı absidin biraz güneyine kabeye yönelik mihrap ı ı ş ı Ancak 5u mihrap ı ı ş ş G.T. Fossati ı ş Büyük ı ı eski mihrap da ı yerde ve hemen onun ı bulunuyordu. Alpaslan Koyunlu'nun 1985-1987 ı ı ş mihrap çev- resindeki ş ş de eski ı izlerine ı ş ı Bu arada ı ı ş yenilenen ş sonra mihrap hünkar mahfilinin Ayasofya'ya bakan cephesiyle birlikte ı ı bezen- ş ı ş türbeleri bölümündeki ı ş ilk kez 195. ı ı Y. Mimar Cahide Tamer ş ı ş ı ş ı ş ı ı türbesi ve Bizans vaftizhanesinin ı 1982 ı ı yeniden ele ı ı ş ı ş J992 ı ı sonuna dek ğ ş ı sürdürülerek ta- ı ş ı Oneelikle ı caminin ğ olan Bizans vaftizhanesine Sultan I. Mustafa ile Sultan İ ş Böyle- ce türbeye ş vaftizhanenin 1982 ı ı ı ı sandukalann al- ı çürüyen ş ve ğ ş sökülerek ı ı ş ı Bura- daki toprak dolgular ş ı ş beton ı ı ı ş ş sandukalar yenilenerek çuha ile kaplan- ı ş ı Türbe ş ş ı da XVIII. ı ı beze- mesi dikkate ı ş kerestesinden orjinaline uygun biçimde yeni- ş Ayasofya Müzesi, 1992 ı ı Türk ı ı ş ı özellik- le ş türbeleri üzerinde ş müze ğ de ı ı daha önce ı ş olan bu bölümü yeni ş düzenleyerek müze ş ver- ş Kültür ı Fikri ğ ı 8 Eylül 1992 günü hizmete ı ğ ı ı ş türbelerinden ı içerisine, iç avluya ve Top- ı ı giden ı Hümayun caddesine ı ı ı Ayasofya ş türbeleri bölümünde Mimar Sinan, Mimar Davut ğ Mimar ı Ahmet'in ı ı ğ ı görkemli türbeler ı Bunlar Ayasofya ile ş ı ş ve buraya tümüyle bir Türk külliyesi gö- rünümü ş SULTAN II. İ İ Sultan II. Selim'in ölümünden üç ı sonra h.985 (1577) de ı bu türbe Mimar ı en güzel eserlerinden birisidir". Cephe görünü- (14) Bkz. Usulü Mimari Osmani, İ 12990, s.59; E. Oktay- 1. Artuk "Ayasofya'daki II. Se- lim Türbesi ve Içindekiler" Ayasofya Müzesi ı ı ğ ı İ 1965, S. 6, s. 47-53; Hüseyin Ayvansarayi, Hadikatü! Cevami, İ 1281. 3 mü menner ı kare ı iç içe çifte kubbeli bir ı ı Kubbe ke- merlerinin ı ı sekiz sütun üzerine ş ş ş sa- ı ı üç kemerli ı ı ı ş çini pano dikkati çek- mektedir. FirOze mavi renkli çini pano XVI. ı ı en güzel örnekleri ı ı Ancak bu çini panolardan biri XIX. ı ı ı İ tanbul'da ş yapan S. Doringy isimli bir ı ı Louvre Müzesi'ne ş Sultan II. Selim türbe ş ı ı ı son derece görkemli bir görünü- mü ı ş ş ğ ğ ş ğ çini ve ı ı yönünden ilgi çe- kici olan bu ı ı üzerine ı ı ı Ra- him" ı ı ı ı buraya sekiz ş sülüs ı ı bir tarih ı ı ş ş ı etti Hazret'i Sultan ı Göçtil evl ı ı o Ş ı bir türbe-i Cennet misal Hatif-i Kudsi didi tarihin" 982 "Ki rahmet ide Rabbül-Alemin Rahmetü'ilah aleyküm cernain Dinse layik ı Firdevsi berrin Türbe-i Sultan Selim pak din" 985 ı ı ı ş ı kalan beyaz yüzeyler nefti renkte rümilerle doldurul- ş ı ş üzerindeki orta kubbe de stalaktitli ş sonra Sultan II. Selim türbesinin içerisindeki kubbenin ı "Allah ş ı ş ı ğ .. ı ı ş ve bunu yuvarlaklara ı ı ş Al- lah, Muhammed, Ebubekir, Omer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin isimleri ş XVI ı ı ı ı Türk çini ı ı doruk ı ş ı ğ ı ör- nekler, Sultan II. Selim türbesinde de ş ı ı ı ı Bunlardaki renk ve motif uyumunun doyumsuz ğ ğ izlenmektedir. ı Bakara suresinin 254-257 ayetlerinden ş ş bir ı frizi de (15) S. Dorngy evkaf nezaretine ş türbenin eksik çinilerini tamamlamak ğ be- ş ve çini panolardan birini sökerek Yeni Cami hünkar ı ı ğ ı gibi yerine boya ile benzerini ş Bkz. Semavi Eyice İ mad. Islam Ansiklopedisi, Is-· tanbul 1950, C. 5 II, s. 1214-1261; Erdem Yücel, Yeni Cami Hünkar ı İ 1971, s. 18. 4 çiniler ı türbeyi çepeçevre ş ı İ çini ı ı ı ş olan bu çinilerden arta kalan yüzeyler de kalem ş bezen- ş böylece ş bir yer ı özen ş ı kaynaklar türbedeki ı sandukadan söz etmektedir". Oysa bugün burada ı sanduka ı Büyük bir ı ı bu eksiklik ye- terince inceleme ı ı ş eski tarihlere ait onanm ı kaynak- ı Türbede Sultan II. Selim, Sultan II. Selim'in Hasekisi Sultan III. Mu- ı annesi Nurbanu Valide Sultan; ı ı Kaptan Piyale ş ı ş Gevher Mülk Sultan ş olmak üzere Sultan II. Selim'in ı ı ş ş ı ş Esmahan Sultan, Sultan II. Selim'in ı ı Fatma Sultan, Sul- tan III. ı tahta ı ı ş ı ğ Sultan II. Selim'in ş ri Süleyman, Mustafa, Cihangir, Abdullah ve ı sandukalan var- ı Bunun ı ı Sultan III. ı yirmibir erkek, onüç ı ş de burada ş SULTAN III. MURAD İ Sultan III. ı ölümünden sonra h. 1003 (1594) Türkçe olan ı ı h. 1003(1594)'de ı ğ ı ğ türbe Mimar Davud ğ ı eseridir. XVI. ı klasik Türk türbe İ si ı ı gen ı türbenin üzeri iç içe iki kubbe ile ş Bu ı her yüzünde ı üst1ü üçerden dokuz penceresi ı Türbe ş iki ı XVI. ı tarihlenen iki çini pan,? var- ı Bu panolar ş ı tuzlanma ve nemden ötürü kabarma ş Istan- bul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvan ğ kont- rolünde Ayasofya Müzesi'nin parasal ı ı sökülerek yeniden ş ş Bunlardan ğ panonun üzerindeki çini ı ı ğ "Alla- ı senden ahiret ı ı istiyorum" ğ ı ı ş ı Soldaki ı ı ğ ı çinileri ise günümüze ş ı ş ı Türk mimarisinde biblo gibi güzel bir eser ğ ğ ı ı türbenin ı ı da kendine özgü bir eserdir. Kündekari ğ ı ı ğ ı "Herkes ölümü ı sol ı da ""Ona dönersiniz" sözcükleri ve küçük bir ı ile "Kulun ı Ahmet" imza- ı ı (16). Bkz. Tahsin Öz, İ Carnileri, Ankara 1962, s. 30; Emin İ Artuk, "Aya- sofya'da II. Selim'in Türbesi ve İ Ayasofya Mi!Zesi ı ı ğ ı İ 1965, s.51; Haluk Ş ğ ı İ s. 151; ı Onkal da türbedeki ı sandu- kadan söz etmektedir. Bkz. ı Onkal, ı Hanedan Türbeleri, Ankara 1992. 5 Türbenin içerisi de ı ı ı ı İ çinileriyle ı ş ı Kubbe içerisinde Fatiha suresi, bunun ı ı küfi ile Allah, Muhammed isimleri birbirini izlemektedir. Bunun ı da madalyon- lar içerisinde Esma-i Hüsna ı ı ş ı Türbeyi süsleyen çiniler ı da Tebareke suresi ş yirmiikinci ayete kadar celi-sülüs ı ı bir ku- ş çepeçevre ş ı Türbede Sultan m. Murad, Sultan III. Mehmet'in annesi Safiye Sul- tan, ı Mihriban, Fatma Sultan; Sultan i. Ahmet'in ş ı Sultan III. Mehmed'in üç ğ ile iki ı ı Sultan ı ş ol- mak üzere ellidört sanduka ğ ğ Ne var ki, bu- gün türbede elli sanduka ı Sultan III. Murad türbesinin ı ve ona ş ş türbesi yer ı Mermer ı ğ türbelerin ı ı bu küçük türbe köfeki ş ı ı Sekizgen bir ı olan türbenin üzeri küçük bir kub- be ile ş bezerne ı ı ı ş ı Burada da Sultan III. ı dört ğ ile bir ı ı gömülüdür. SULTAN III. İ İ Sultan III. Mehmed'in Ayasofya iç avlu ı ı ş ı türbesi Mimar ı Mehmed ğ ı eseridir. ş ı ı üzerindeki ı ı padi- ş ı h.1012 (1603) ğ türbenin de h.1017 (1608) de ı ş ğ ğ "Rühü paki-Hz, Sultan Mehmed han için Farz-i ayin oldu dua-i ş ve Seher her Saliha Daima ferdavsi olada ş ı ey ş güzel Kutsiden ğ ı rayiha Azmi ferdüvs ğ tarihtir hakima Okuyun Sultan Mehmed Han için fatiha" Türbelnin önünde dört sütunun ş ı ı ğ ı üç kemerli, üzeri ş bir sa- çakla ı bir ş ı XIX. ı ı ikinci ı ı ı ğ ı ı lan bu ilaveden türbeye geçilmektedir. Mermer söveli ş ı ı ı üze- rinde oldukça büyük bir istiridye motifi, bunun ı ş ı kalan yerler de ı ı ı zemin kabartma ı ı rumi ve palmetlerle ş iki yan duvarlarda boya ile stilize ı ve rozetler, ı ı da iki ayn man- zara resmi ı ı ş ı (17) Tahsin Öz, İ Camileri, ı 1962, s. 30; Hüseyin Ayvansarayi, Hadikatül - Cevami, İ 1289, s. 6; ı Onkal da elli sandukadan söz eder. Bkz. ı Onkal, ı Hanedan Türbeleri, Ankara 1992, s. 180. 6 Sultan III. Mehmed türbesinin sekiz ş bir ı ı ı ş mermer ı her kenarda ş ı halinde pencere ı Bu tür- benin de üst örtüsü ğ gibi iç içe iki kubbe ile ş İ kub- beyi ş ı kemerlerle birbirine ğ ı sekiz sütun yuvarlak bir düzen ş ş Türbe ı ı ı ı tarihlenen çini panolarla ş ı yerlere de bezemesiz nefti çiniler ı ş halinde ş ş Bunlann ı da celi-sülüs ı ı Cum'a suresi bir ş gibi çepeçevre ş ı Kubbenin ı Mülk suresi ı küfi ı ile Allah, Muhammed, ı hüsna birbirini izlemektedir. Yu- varlaklar içerisinde de Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin ı ı ı Bunlann ı ş ı kalan yüzeyler ise kalem ş riyle ı tarihlerde ş Sultan III. Mehmed türbesinde,· ş ı ı ı annesi Hande Sultan, Sultan i. Ahmed'in ş ı Sultan III MUfa,d:in ı ı ş Sultan ş olmak üzere ı ş gömülü ğ ş Ancak bugün türbe içerisinde ondört sanduka ı Bunun ı ş ı türbe ş iki ı ilaveler ı ı ş buraya Sultan III, Mu- ı üç ı ı ş ı PAYANDALARI ı ş türbeleribölümünde ı payandalan dik- kati çekmektedir. ı ana ı ı örten kubbesi Bizans döneminde ğ kadar ı döneminde de ı ş ı sorununu ı ş ı Kubbe- nin ş yönlere itme gücü ğ ve ı eksedralanyla ş ş yanm kubbeler, yan neflerdeki sütunlar, kemerler ve tonozlarla ş ı maya ı ş ı ı ş ı Ancak bunlar da yeterli ı önce Bizans sonra da ı ı ş payanda görevini üstlenen ı duvarlarla kubbe- nin itme gücünü ş ı ı ş ı ı mimarlan ı kütle- vi görünümünü ı elemanlarla, ğ bunlann ı ş Sultan i. Mahmud kütüphanesiyle ş Ayasofya Müzesinin Türk ı ı ş payanda duvarlara önem ş çürütme yoluyla ı ş ğ ş ş su toplama ka- nallan ş ş üzerinde biten küçük ğ otlar sürekli ba- (18) Bkz. Tahsin Öz, İ CamiIeri Ankara, 1962, s. 30. (19) Hüseyin Ayvansarayi, Hadikat-ül Cevami, İ 1289, s. 6-7; ı Önkal, ı Ha- nedan Türbeleri, Ankara 1992, s. 188. 7 ı engellenmeye ı ş ı ı ı ı ı buradaki Os- ı su ı ı ı içi ve ı ş ı tümüyle elden geçirilerek ş koru- ma önlemleri ı ı ş ı SONUÇ Ayasofya Müzesi'nin ı ğ ğ ı ş ı ğ ı ı Türk ı bö- lümleri yeni ş düzenlenmektedir. Ozellikle ş türbelerinin ğ avluya ı üç ı ile ziyaretçilerin türbeleri görmelerine olanak ğ ı ş Ayasofya'dan ı ı ş yolu da ı ı ı ş ı Böylece hem ı içerisinden avluya geçilmekte hem de çok ı ziyaretçiden kaynaklanan müze ı ı ş ı ı ı ş ı ı orta- dan ı ı vurgulamak ğ bir konu; Ayasofya'da türbe ı ı ş mimarisi, ş ş ğ ğ kalem ş ı ı ı Türk ı ı ı bölüm gözler önüne ş Böy- lece ı ünlü ı ı ı ğ gelenler Türk ı ı da birlikte iz- leme ğ ı ş ı Önümüzdeki dönem ı ş Sultan r Mahmud kütüphanesi ile Hünkar Mahfili üzerinde durmak istiyoruz. üzellikle Sultan 1. Mah- mud kütüphanesi 1987,1989 ı ı iki kez ı ı ş da ş projesi ve yeterli bir düzenleme ı ı ğ ı hemen ı ş ı ı Türk ı ı kapsayan bölümlerinin ı ı ş ı sürmektedir. üzellikle Sultan i. Mahmud ş ı ı ı ı kubbe ı ı ı ğ ş ı ğ ş ş ı ş pirinç döküm korkuluk ı ı temizlenmesinde yöntemin belirlen- mesi ı konu İ Restorasyon ve Konservasyon Merkez La- ı ğ ş ş ı ı ş ı ve yeni düzenleme ı ğ ı Ayasofya daha ğ ş bir görünüme bürünecektir. 8 ARCHAOLOGIE UND DENKMALPFLEGE IM BEREICR DES 'GROBEN PALASTES' VON KONSTANTINOPEL Werner JOBST* Eine Grundforderung der modemen Denkmalpflege ist die Beibehal- tung oder die Wiederherstellung der geschichtlichen Aussage einesBau- werkes oder Kunstdenkmals. Der Schutz von historischen Menumenten in Ausgrabungsstatten, von Schöpfungen der antiken ı istdank der Initiativen von UNES.CO und Europarat bereits in vielen Landem zu ei- ner wesentlichen Aufgabe der Umweltpolitik geworden. Der weiterhin ı Kultur-und Bildungstourismus tragt wesentlich dazu bei; daB in der Offentlichkeit und bei den Entscheidungstragern in den Regierungen auch für die Erhaltung und Prasentation des archaologischen ErbesInte- resse und Verstandnis zunehmen. Für ein Land wie die Türkei spielen Archaologie und Ausgrabungsstatten volkswirtschaftlich eine eminent wichtige Rolle. In den meisten Ausgrabungsstatten der Mittelmeerlander, aber auch an der Peripherie der antiken Welt in Nord-und Westeuropa werden daher mit groBem finanziellen Aufwand umfangreiche Erhal- tungs-und RestaurierungsmaBnahmen durchgeführt, um sowohl dem Publikum die Möglichkeit des Geschichtserlebens zu bieten, als auch den verbesserten Schutz von archaologischen Zonen und ı zu gewahrleisten. Denkmalpflege im Bereich der Archaologie wirft in den meisten ı freilich ganz andere Probleme auf als bei intakten Objekten, die für verschiedene Lebensbereiche der Gesellschaft revitalisiert werden können. Diese Möglichkeiten sind in der ı Denkmalpflege zumeist nicht gegeben, weil es hier um den Schutz von Ruinen und funk- tionslos gewordenen Kunstwerken geht, denen keine neue Zweckbestim- * Prof. Dr. Werner JOBST, Österreichische Akademie der Wissenschaften Mosaikenkommis- sion Dr. Ignaz-Seipel-PlZ 1010 Wien / AVUSTURYA. 9 mung gegeben werden kann. Ausnahmen wie die antiken Theater, Stadi- en und Amphitheater sind selten. Archaologische Statten sind also, wenn sie nicht wieder zugeschüttet werden, fast immer museale Statten, Freilichtmuseen, die ein mehr oder weniger groBes Fenster der Geschichte öffnen. Denkmalpflege und Restaurierung im Bereich der Archaologie darf nun nicht allein dem Einzelmonument dienen, darf nicht eine EinzelmaBnahme sein, sondem muB das gesamte Ensemble einer Ruinenstatte erfassen. Die Schwierig- keit dabei ist, daB fast immer verschiedene Horizonte von den geschich- tliche Prozessen Kenntnis geben und niemals eine einzige Phase. Hier gilt es daher bei der denkmalpflegerischen Prasentation entsprechend auszuwahlen und das Wesentliche zu zeigen. Archaologische Schutzzo- nen und ı benötigen daher stets wohlüberlegte Konzepti- on und langfristige Planung. Was dies nun konkret für den Bereich des 'GroBen Palastes' zu 00- deuten? -Welche Konsequenzen und SchluBfolgerungen ergeben sich, wenn wir das Areal des Kaiserpalastes betrachtenr- Ein Blick auf den Übersichtsplan des Stadtteiles Sultanahmet OOi Müller-Wiener zeigt, daB die Palastregion geradezu ein Musterfall von geschichtlicher Vielfalt im Sinne des zuvor Gesagten ist. Die vom Lauf der Geschichte völlig überlagerten, eigentlich nur noch im Bereich der Irenenkirche, der Hagia Sophia, des Hippodroms und entlang der Ufer- straBe am Marmarameer sichtbaren Baureste treten İ unseren Tagen ka- um in das BewuBtsein des durchschnittlichen Istanbul-Touristen als Be- standteile des Kaiserpalastes ein. Die meisten Ruinen liegen zumeist me- tertief unter den Bauwerken der Hauptstadt des osmanisehen Reiches verborgen. Was vom Zahn der Zeit verschont blieb, sind vor allem die ı Substruktionen der Palastgebaude, wahrend von den Aufbauten selbst wenig erhalten geblieben ist. Die Situation des archaologischen Befundes ist also in Istanbul eine ganz andere als etwa in Rom oder İ Residenzstadten wie Ravenna oder Trier. Dementspre- chend sorgfaltig muB auch das Quellenmaterial zusammengetragen und ausgewertet werden. Von der Architektur und Ausstattung des Kaiserpalastes gewinnen wir allein im Peristylhof und in der Palastaula unterhalb der Sultan Ah- met Camii eine konkrete Vorstellung. Nach den Ausgrabungen von 1935-1938 und 1952-1954 wurden die Nordosthalle und Teile der Nordwesthalle des Peristylhofes auf Grund 10 des ephernaren Mosaikfundes offengehaIten, ane anderen Gra- bungsflachen wieder zugeschüttet. Zu einer denkrnalpflegerischen Ge- staltung und Restaurierung des Grabungsareals als eines Freilichtmuse- ums kam es jedoch nicht. Das vor 40 lahren errichtete Schutzdach war nicht ı als ein notdürftiges Provisorium, das früher oder spater seine Schwachen zeigen muBte. Der östliche Bereich der Nordwesthalle blieb überhaupt ohne Überdachung und verwandelte sich in eine Schutthalde, nachdem die Mosaikfragmente abgehoben worden waren. Dieses letztge- nannte Beispiel zeigt deutlich, daB jede Abnahme von Wand- und Bodendekorationen eines Gebaude sorgfaltig überlegt und geplant sein muB. Zu viele Mosaikwerke der antiken Welt sind bereits aus ihrem architektonischen Zusammenhang herausgerissen und muBten den Weg in eine fremde, zumeist völlig unpassende Umgebung nehmen. DaB mit dieser Vorgangsweise weder die wissenschaftlichen noch die denkrnalpflegerischen und museologischen Aufgaben erfülIt wurden, hat das österreichisch-türkische Forschungs-und Restaurierungsprojekt am Palastmosaik ı schön vor Augen geführt. Mit der Errichtung des neuen Museumsschutzbaues ist ein erster Schritt in Richtung einer dauerhaften Konservierung von ı des antiken Kaiserpalastes gesetzt worden. Anlaülich des 1985 vom Os- terreichischen Kulturinstitut veranstalteten Kolloquiums zum Palastmo- saik wurde einhellig beschlossen, das auf Grund seines desolaten Zustan- des abgenommene Mosaik wieder an seinem Fundort zu ı Der neue Museumsschutzbau erfüllt im wesentlichen alle technischen und denkmalpflegerischen Bedingungen, wenn man von jenen Schwachstel- len am Ubergang in der Arastagasse und an der ı ab- sieht, die noch behoben werden müssen. Die Hauptfaktoren des Verfalls, namlich Feuchtigkeitseinbrüche, Luftverschmutzung und unsachgemaôe Behandlung sollten jetzt vom Mosaikboden femgehalten werden. Der neue Schutzbau ist architektonisch ansprechend ausgeführt, oh- ne inmitten hervorragender Bauten der Weltgeschichte störend zu wir- ken. Die ı ordnet sich sowohl dieser Situation als auch der Funktion eines Schutzbaumuseums unter. Der ı berücksichtigt den Zusammenhang mit dem antiken Peristylhof und laBt die über 60 ı lange Nordosthalle deutlich erkennen. Die Innengestaltung ist anspre- chend. Unter Ausnutzung der natürlichen Beleuchtungsmöglichkeiten von oben kann man den Mosaikboden nach seiner Wiederverlegung auf Stegen und Galerien ausreichend besichtigen. Das Museum verfügt über einen eigenen Büroraum und einen Bücherstand. Für die ı des Forschungsproblems "Kaiserpalast" wurde genügend Raum ausges- part. 11 Dieser technisch und asthetisch sehr zufriedenstellend gelöste Schutzbau bietet nun die Möglichkeit einer den entwickelten Konservie- rungsmethoden entsprechenden Neuverlegung des Mosaiks und einer der Qualitat des Denkmals angemessenen ı AuBerdem können hier auch die gehobenen Mosaikfragmente der Südwest-und Nordwest- halle gezeigt werden. Der EntschluB der türkisehen Regierung zum raschen Neubau des Mosaikenmuseums ist sicherlich als ein weiteres Zeichen zu werten, das Gebiet der antiken Kaiserpalaste von Konstantinopel als Denkmalschutz- zone im Sinne der Empfehlungen des Europaisehen Übereinkommens zum Schutz des archaologischen Erbes freizuhalten, für die Forschung zu sichem und vor weiteren Eingriffen zu bewahren. Für die Realisierung gröBer angelegter Restaurierungs-und Denk- malpflegeprojekte in der Palastregion müBten die staat1ichen türkisehen Stellen so ahnlich wie im Zentrum von Athen oder in Rom (Akropolis und Agora bzw. Forum Romanum, Kaiserfora und Palatin) das Areal des Stadtteiles Sultanahmet im Umkreis der Blauen Moschee ruhigstellen, das seit ı 934 bestehende Bauverbot einhalten und möglichst viele Grün- anlagen errichten. Die Generaldirektion der türkisehen Museen und AI- tertümer ist um die Verwirklichung dieser Forderung immer starker be- müht. Die an verschiedenen Stel1en des Palasthügels gesetzten MaBnahmen zeigen jedenfalls, daB die Tendenz besteht, das Gebiet zwischen der Hagia Sophia und der Marmaraküste zu einer Denkmal- schutzzone zu erheben, ahnlich wie in anderen Ruinenstatten der türki- schen Küste, z.B. Ephesos, Pergamon, Troja, Assos u.a.m. AUSGRABUNGEN IN DER NORDOSTHALLE Im Zuge der Errichtung des neuen Museumsschutzbaues war es möglich, die nach der Hebung des Mosaiks geplanten ı Untersuchungen durchzuführen. Diese Ausgrabungen waren unerlaülich, weil von keiner der in der Nordwest-und Südwesthalle durchgeführten Sondierungen gesicherte stratigraphische Befunde vorlagen. Die seither ungeklarte Datierungslage des Palastmosaiks und die offenen bauge- schichtlichen Fragen des 'GroBen Palastes' sind letzten Endes auf die feh- lende systematische Schichtenevidenz zurückzuführen. Eine so1che konn- te jedoch nur unter einer ungestörten Flache des Mosaiks in der Nordost- hal1e erreicht werden. Das Grabungsziel war daher nicht die Suche nach neuen ı des Palastgebietes, sondem die Erarbeitung eines Schichtenbildes unter 12 dem 1\ 1osaikboden, um Anhaltspunkte ftir eine sichere Datierung zu ge- ı ı und die bekannten Ergebnisse von G. Martiny und D.T. Rice zu erganzen. An der Innenseite des Peristylhofes wurden an drei Stellen im rechten Winkel zur Halle verlaufende, 2 m breite Tiefschnitte angelegt, und zwar im Bereich der Sauleri 3-5 und 22 m weiter südlich bei Saule 12. In allen drei Sondagen liegt ein einheitlicher Schichtenbefund vor. Die oberste Schichte unmittelbar unter dem Mosaik bildete eine zirka 30 cm starke Lage von schweren ı ı Bruchsteinen und Ampho- renscherben. Diese Unterlage wurde zu Isolierungs-und Drainagierungs- zwecken angelegt. Die groBe Masse des Fundmaterials stammt aus dieser Schichte. Frau Tumovsky wird darüber noch ausführlich berichten. Da- runter folgte eine lehmige Anschüttung, deren oberes Niveau die Höhe des Bodens eines alteren, namlich der ersten Periode des Peristylhofes anzeigt. Auf dieser Höhe verlauft unter der Saulenstellung des Mosaikpe- ristyls eine altere Stützmauer. Diese springt über die Stereobatzone der ı um 20-30 cm vor und zeigt den Unterbau eines alteren Peristylho- fes an. Eine in allen drei Schnitten festgestellte Mörtelausgleichschichte zeigt den Bodenhorizont dieser ersten Periode an. Ein alterer fester Bo- den konnte unter dem Palastmosaik nicht gefunden werden, doch kamen im Bereich dieser Mörtelestrichschichte immer wieder einzelne Tesserae und im Schnitt 1/87 ein gröBeres ı eines SchwarzweiB-Mosaiks zum Vorschein. Da die altere Peristylmauer und der beobachtete Bodenhorizont die gleiche Höhe haben wie der 'paved way', liegt der Zusammnehang dieses Weges mit der alteren Peristylanlage auf der Hand. Ein weiteres Indiz für diese erste Peristylanlage ist schlieBlich die abweichende Flucht der neu entdeckten Stützmauer von der Saulenreihe des Mosaikperistyls. Aus dem Grabungsbefund und aus der nunmehr vorliegenden Fund- auswertung ergibt sich, daB das Palastmosaik in den ersten Jahrzehnten des 6. Jh.n.Chr. im Zusammenhang mit einer grundlegenden Neugestal- tung und Restaurierung des Kaiserpalastes entstanden ist. Bester Beweis ftir diesen Umbau ist die bisher nicht erkannte, altere Bauphase. D.T.Rice, der diesen Ansatz auf Grund seiner Überlegungen in den 50 iger Jahren zur Diskussion gestellt hat, aber. nicht beweisen konnte, behalt also recht! DAS PALASTMOSAIK Das Palastmosaik von Konstantinopel war mit einer Gesamtflache von ursprünglich 1872 m 2 das gröBte und schönste Landschaftsrnosaik 13 der Antike. Wir können kein vergleichbares Gebaude mit einem Mosaik- fuBboden dieser Dimension und dieser künstlerischen Qualitat namhaft machen. Kein Heiligtum, kein Palast, keine Villa war bis zu diesem Zeit- punkt mit einem Schmuckboden dieser vollendeten Technik und dieses inhaltlichen Reichtums ausgestattet worden. Das Palastmosaik stellte auf dem Gebiet der antiken Mosaikkunst alles bis dahin an Bodendekoratio- nen Produzierte in den Schatten. Die Schmuckflache war mit einer sehr weitraumig wirkenden, far- benprachtigen Bildergalerie überzogen, in we1cher Einzelszenen und Szenengruppen in vier Registem angeordnet waren. Die Bewegungsrich- tung der Figuren lauft zur Palastaula hin. Etwa 150 Menschen- und Tier- gestalten k ö n n e r ı allein in den heute noch erhaltenen Mosaikpartien gezahlt werden. Zu den figürlichen Bildem kommen die vielen land- schaftlichen, pflanzlichen und architektonischen Motive wie z.B. Felsen, Hügel, Straucher, Baume, Felder, Flüsse, Tore, Brücken, Hütten und Brunnenbauten. Diese Bilder beinhalten Begebenheiten des Landlebens und der frei- en Natur, der Zoologie und der Mythologie. Landschaft und Tierwelt, Jagd und Spiel, Bukolik und Sagenstoffe sind die bestimmenden Themen der vielen kunstvoll gesetzten Einzelszenen. Eine sehr naturalistisch komponierte Akanthusranke mit überlebens- groBen Köpfen begleitet die reiche Bildfolge. Und auch in dieser 1.50 m. breiten Rahmenzone tritt der starke Bezug zur Natur und zum Jahreslauf als einem Grundmotiv des Gesamtkunstwerkes hervor. Die üppigen Ran- kenwindungen sind mit reichen Früchten ausgefüllt und mit allerlei Arten von Tieren bevölkert. Natur und Landschaft, Darstellungen aus der Tierwelt und Tieranek- doten, wie sie in diesem Mosaik auch vorkommen, sind Darstellungsele- mente der Paradeisoi, der Paradiesgarten, die in der antiken Kunst und Architektur bekanntlich eine eminent wichtige Rolle spielen. in den Bau- werken römischer Architekten wurden monumentale Landschaftsbilder auf Wanden, Böden und Decken zu einem tragenden Element der Innen- raumgestaltung. Das Haus der Kaiserin Livia, der Palast des Kaisers Au- gustus auf dem römischen Palatin, die Domus Aurea des Nero, die Pe- ristylhöfe zahlreicher Palüste und Hanser am Golf von Neapel waren z.B. mit den verschiedensten Arten von Landschaften ausgestattet und mit un- terschiedlichen Symboltragern belebt. Das vordergründig irdische Thema dieser Mosaikkomposition ist das kaiserliche Jagdgehege, der kaiserliche Tierpark, griecho Paradeisos, sind 14 die Landgüter des kaiserlichen Hofes. Die Jagd in solchen Reservaten galt seit Alexander und seinen Nachfolgem als königliches Privileg. Hinter den einzelnen Bildem und Szenengruppen steht aber zweifel- los mehr als das bunte Treiben in der Natur. Die Darstellungen sind als Bedeutungstrager aufzufassen, welche die Tugenden, Charaktereigen- schaften, die Macht des Auftraggebers zum Inhalt haben. In diesem Sinne sind z.B. die exotischen Tiere wie Tiger, Löwen, Panther, die verschiedenen Arten von Greifen, das Bild der saugenden Mutter als Isis Lactans oder die mythologischen Szenen zu verstehen. Der Geist dieser Symbolsprache wurzelt freilich nicht so sehr im Gedankengut der christ- lichen Glaubenslehre als vielmehr in der antiken Virtusideologie, mit de- ren Bildersprache die Kardinaltugenden des Palastinhabers zum Aus- druck gebracht werden sollten, wie z.B. Victoria, Felicitas, Humanitas, Auctoritas, Clementia u.a.m, 15 Abb, 1, 2- Restaurierungsrnaünahmen am Palastrnosaik in der Irenenkirche: Festigung der Tcsscrae und mechanische ı Abb. 3- RestaurierungsmaBnahmen am Palestmosaik in der Ireneskirche: Festigung der Tesserae und mechanische ı 17 ı - ' 0 0 A b b . 4 , 5 - R e s l a u r i e r u n g d e s P a l a s t m o s a i k s i n I s t a n b u l : F e h l s t e l l e n b e h a n d l u n g * THE GREAT PALACE SURVEY: THE FIRST SEASON1 Eugenia BOLOGNESI* In the ı season of the Great Palace Survey, last year, the location of the Palace complex upon a hill was the starting point of all observati- ons. From the highest point, near the Hippodrome, today the At-Meydan, and St. Sophia, in the area now dominated by the mosque of Sultan Ah- met, the land slopes down toward the seashore in a series of natural and man-made terraces, which are the most striking feature of the area. The ground levels indicated in the Insurance Map of 1917 (Photo 1), which has been the basis of all subsequent archaeological maps of the area, only partially reveals the terracing. The main purpose of the ı part of this Survey was therefore to draw a new contour map (Photo 2), emphasizing in particular the major drops and the extensive terracing, in order to then compare the resulting map with the existing archaeological maps of the area. Our work consisted of three phases: ı we checked the accuracy of the spot heights, approximately 50 metres apart, given by the excellent city maps of the area prepared by Istanbul City Council, 1989, scale 1:10.000. Eugenia BOLOGNESI, Piazza Monte di Pieta No 30 00186 Roma ITALY. (1) In December 1992 (7-20), the members of the team were Dr. Sally Crawford and Dr. Ed-' ward Irnpey, as well as Mr. Roger AinsIie, Chartered Surveyor of Oxford City Council, to whose expertise particular thanks are due. We are also grateful to Dr. Nergis ı from the University of Istanbul, who worked with us and assisted us throughout the Survey. Our warmest thanks go to the Director of the French Institute of AnatoIian Studies in Istan- bul, M. Jacques Thobie, to the Scientific Secretary, M. Jacques Des Courtils and to M. Ak- sel Tibet, for their constant support. Our best thanks also to Ms. Fatma Tulunay, our Go- vernment Representative, who endured surveying under very indement weather conditions. ı a special word of thanks to the staff of the Archives of Istanbul City Council for the- ir kindness in allowing us to use and reproduce the maps of the City CounciL. Funding was provided jointly by the Meyerstein; the ı the Arnold, Bryce and Read Funds,Oxford. 19 On the basis of these maps, levelling was carried out to correct some minor errors and to provide further details in areas of interest. Second; retaining walls at the edge of the terraces were identified and the vertical heights recorded. This enabled us to draw a plan based on the spot heights, checked and expanded, and the major drops (Photo 3). Finally, a contour survey map was drawn up by Mr. Roger Ainslie using the information gained from the first two phases. One Problem particular to this part of the City is the difficulty in de- fining the ground levels, since the terraces are largely composed of va- ults. Therefore, in drawing up the map, the top of the vaulting was taken as being ground level, rather than the bottom of the vaulting. The terracing of the area, as it is drawn in the new contour map, co- incides with the two main terraces, Upper and Lower Terraces, identified in the First Report of the Walker Trust excavations in 1947 2 (Photo 4). The Upper Terrace includes the Esplanade of the Blue Mosque, Arasta ğ ı and Torun ğ ı as far as the Peristyle of the Mosaics. The Lo- wer Terrace slopes gradually down to the sea after the Peristyle. The ter- racing also coincides with their further division in six terraces-, which i had derived from an accurate analysis of the heights above sea level of the buildings in the different sites recorded in Mamboury and Wiegand's Survey of 1934 4 (Photo 5). Analysis of the drawings of the single sites of this survey enabled us to: identify the floor of the substructures and the floor above substructures, where, presumably, the Emperors walked; to locate these floors at their respective ground levels, on the basis of the height above sea-level of the single buildings as deduced from the gene- ral plan of the site and accompanying sections; finally, to place the resul- ting floors of the different sites, now identified by height above sea-level, İ realtionship to one another and locate them on the respective terraces. This enabied us to conclude that each of these main terraces is further di- vided into three terraces at intervals of approximately five metres. Site A of Mamboury and Wiegand's Survey (near to St. Sophia) con- tains the crucial evidence for the identification of these five-meter inter- (2) G. Brett-G, Martiny-R.B.K. Stevenson, The Great Palaee of the Byzantine Emperors. First Report 1935-1938, Edinburgh 1947, p1.59. (3) E. Bo1ogncsi Recchi-Franceschini, The Great Palaee of Constantinople; Ground Levels, Main Phases of Development and Areas ofActivity, JÖB, in press. (4) E. Mamboury-Th, Wicgand, Die ı von Konstantinopel, Berlin und Leipzig 1934. 20 vals. Two doors, one above the other, are ı drawn in one of the see- tions. They were in the long wal1, bordering site A, on the site of the Re- gia, the continuation of the Mese after the Milion, that ended at the Pala- ce. The upper door was 31 metres above sea level, and the lower door 26 metres above sea leveL. We can thus conclude that two floors existed one above the other with a difference of 5 metres between them, the higher floor at the level of the Mese and of the Hippodrome, the lower floor at the levels of the Walker Trust Peristyle (photos 7-8). At 21 metres above sea level there is also evidence of a substructure level (Photo 9). These are the three terraces, subdivisions of the main Upper Terrace. At the other end of the Palace, down the hill, near the sea, site F sup- ports the conclusions reached in site A. In Mamboury and Wiegand's Survey, a seetion of the City wal1, in Fa, (Photo 10) confirms the five- metre difference between the two floors, in this case, a ground and an un- derground floor: the ground floor at approximately 15 metres above sea level (Photo 11), the lower floor at 10.30 metres above sea level (Photo 12). In the first case the level of the floor above is indicated by the top of the vaults of the walkway. In the second case, the paving of the walkway İ the level of the substructures A further level, at 6 metres above sea level, was also connected with substructures (Photo 13). Therefore, here too, three terraces existed, as İ of the Lower Terrace. The general height, of 5 metres for each floor, might be confirmed, as has been suggested by Dr. Albrecht Berger and Mr. Peter Berzobo- hatty, also by Roman measurements, wherea multiple of the Roman foot (32 cm. ca.) is very near to 5 metres (32 cm.x15=4.80 ca). Further investigations are essential to gain a ful1er understanding of the entire area of the Great Palace: the six terraces in which the two ma- jor terraces have been divided are anyway a first step in that direction. 21 22 + + 061"1 ---+ +- : P:< i + '. - r . ı + +--+ ~ - ı - l : - ~ ---- ' - - - - - - - + - - - - - - ~ : + - - .,' (- + 1 ---+- i i 23 24 ." : .. ~ . " "; \,) j. ' 25 € ı ... KRISE:RP/u.AST€ ZW'SCHEN ı ı ı OH' MMMMftMttR. LH ı M R R Photo: 5 26 E E R tl ' ı i 1 o• ...... . . r: • ı L I " r i i ') \ ... >, i , ,. .. , of ., " i i i i i :' " >-: -n '1 ;.- ~ ~ . . ı J ı ~ '\ '" ~ l.' " t , ı ' " t ı rJ L ı r ~ , , 27 28 29 30 o - '\ ' ', '. , ' -; \,\ "'\ . ' - .,..'.L , \ , . \ \ . . ,. i ',\' \' \ ' ,\ ;,,' \ ' , , \' . .' \ \, , .\ \ ' \ \ ",',' \ '. '\ ,", \,' \' \ v , , ' " \' \' " \ .. , " , " , ,\' \ ','",' ,,\ " " """ \ \ 1:-. \', ' ,' ..'. \",'.' '\'\ ' ,"\ \ ' ", . " '\ '.'. .. \,,' ''','' ,. ',\ \ \ i i i i i i , i i , i , , i , i i , i / \ , tn , , - ı ı ı J' , ILI ı ı i , ı 'i 'i' J i ı " f 1 -- ., i ttJ , ı i 'i. j ı , " '" .... N ". "t ol ;1 i 1 i t.] i i ı i i i/!1/;' i , ı : ,; v, '.J1 r i, " .., " i , , , , i 31 32 ...... ...... N - 33 34 (', Mais la voie justinienne qui passait par la montagne doit correspondre au tronçon de route pavee, large de presque 3 m, que nous avons repere sur 1,5 km pres du village d'Ayazma. Elle presente en effet au centre une ligne de pi- erres enterrees verticalement qui sont caracteristiques des routes romai- nes en Anatolie. A sud de Valideköprü, l'itineraire medieval est moins dair. Deux ro- utes anciennes sont archeologiquement attestees: a) par ı au dela de ce village, pres de Kokarca, nous avons" retrouve une route ancienne, large de 2 m, qui monte vers le col, et plus 10in une voie pavee, large de presque 3 m, entrecoupee de marches et (1) Nous savons maintenant (apres la mission d'aoüt 1993) qu'elle passait par ı et Ak- çaL. (2) D'autres vestiges de cette route ont ete observes en aoüt 1993. (3) Le pont de Valideköprü est ottoman; il est accole, ı une de ses extremites, ı un mur en grand appareil qui pourrait ôtre le vestige d'un ouvrage romain ou protobyzantin, sur la route Pylai-Nicee. 69 nommee localement ı plus loin encore et plus pres du lac, la route, de meme largeur, conduit ace qui a ete un gue amenage ou un pont sur le Kurudere. b) par ğ ı une route ancienne venant de Valideköprü et de Kürtköy (aujourd'hui Çamdibi) est visible pres de ğ ı Ces deux routes se rejoignaientau bord du lac et empruntaient a l'epoque proto-byzantine un pont large de4 m sur le Karadere, qui est bi- en conserve. On sait par Procope que ce pont, construit sous Justinien, sucecdait aun pont plus ancien, qui avait ete emporte par le flot du cou- rant. Plus tard, le deplacement vers rest du cours du Karadere rendit ce pont obsolete et il fut remplace (sous les Comnenes") par un pont atrois arches, large de 5 m, lui-aussi bien conserve. Le Karadere, canalise. pas- se aujourd'hui une centaine de metres plus a1'ouest. 2. La route Nicomedie-Nicee Cette seetion de la route que Ramsay a nommee the Pilgrim's road est decrite dans les Itineraires, ı dans celui de Bordeauxa Jerusalem. Cette voie romaine etait directe, mais peut-ôtre peu commode puisqu'el1e passe a SOO m d'altitude, ce qui pourrait expliquer que sa frequentation ait ete irreguliere au Moyen Age et qu'elle soit aujourd'hui totalement declassee voire abandonnee. Elle a ete partiellement reperee par von Diest, Sencer Ş et David French. Nous en avons retrouve d'autres vestiges, grace aquoi le trace de cette route peut maintenant ôtre considere comme ı connu. . De Nicomedie en direction d'Eribolos (qui correspond au village d'lhsaniye), on longeait la côte du golfe vers le sud, par une route qui franchissait des ruisseaux sur trois ponceaux dont un seul avait jusqu'ici et€ signale-, Voyageurs et prospecteurs ont remarque que depuis, ı ye une route pavee, tantôt romaine tantôt ottomane, nommee localement eski bey yolu, remonte la vallee du ı ı jusqu'a Senaiye. French a propose ajuste titre de localiser la mansio de Libum a1'emplacement de ce village ou aproximite. Au dela, von Diest puis French ont suivi le kal- ı ı ou la voie romaine jusqu'a 2,7 km audela de ğ ı Apres quoi French, qui cherchait cette route vers le sud, en direction d'Orhaniye, ra perdue. Nous avons eu la chance de la retrouver vers 1'est-sud-est, oü no- us avons retrouve une ı milliaire tronquee, sans inscription, et, vers (4) Observation faite en ı 1993. (5) L'existence d'un de ces ponceaux a ete notee par S. Ş (cf. D. French, The Pilgrim's road, p.52). 70 le sud-est, une route pavee qui apar endroits 6 m de large. D'apres les distances indiquees par Yitineraire de Bordeaux, la mutatio de Liada po- urrait ôtre situee pres d'une source, a l'endroit oü nous avons retrouve une colonne longue de 2,8 m. On peut penser que la route traversait le Kara- dere la oü se trouve aujourd'hui un pont dont un etat ancien est apparem- ment ottoman. Au dela, nous avons retrouve l'ancienne route, qui menait a D i k i l i t a ş et de la a Nicee, par les abords du pont proto-byzantin deja mentionne, 71 SURVEY AT BUZLUCA, TRABZON VILAYET, TURKEY 1992 James G. CROW* The coast and mountains to the east of Trabzon is a region of Turkey largely neglected by travelIers and archaeologists of all periods, with the notable exception of the Byzantine topographical surveys carried out in the 1960's and 70's by Bryer and Winfield (1985). The survey of the site at Buzluca represents the first serious attempt to investigate the archaeol- ogy of this region using modern survey techniques. Initially we were concerned to record the surviving structural evidence for the Roman and early Byzantine military presence on the coastlands of the Black Sea but in subsequent seasons we hope to be abIe to place this in a broader chron- ological and environmental setting. In order to establish the nature of the site at Buzluca it was decided to carry out a detailed topographical survey of the site and the standing remains at a scale of ı :500 using a Zeiss Elta 6 total station, with more detailed plans and elevations of individual buildings at a scale of 1:50. The project was directed by Mr James Crow and Professor Anthony Bry- er (University of Birmingham), Mr Mark Bowden (RCHME) was re- sponsible for surveying and Mr Brian Williams for planning. Dr Elizab.. eth James (Courtauld Institute) was art historian and we were assisted by six undergraduate students from the Universities of Birmingham and Newcastle upon Tyne. Our government representative was ı Asu- man Güngör of Bursa Museum, and we would also like to acknowledge the heIp of ı ş Sevim of Trabzon Museum, In particular all the team wish to express their thanks to Cumhur ş ı ğ and his family for the help and kindness they showed us. The site at Buzluca (formerly known as Canayer) lies on an isolated spur to the east of the modern village and is 30 km east of Trabzon. The * James G. CROW, Department of Archaeology University of Newcastle Upon Tyne NE! 7R4, İ İ 73 site lies within 1.5 km of the Black Sea coast and a narrow, steep sided valley links it with the coastal headland of ı Burnu. Recent studies of the classical and medieval topography have suggested that Buzluca may be the site of Hyssos Liman (harbour)/ Susurmaina an important Roman and early Byzantine military centre, ı recorded by Arrian in the early second century AD and connected with the anehorage at mod- em ı and the mouth of the Kara Dere (Hyssos river) (Bryer and Winfield 1985: 326-7). The recent publication of a local history of Sürmene (Bilgin 1990, 31-5) records for the ı time a rectangular en- closure at ı Kalesi of typical Roman form. This is situated in the valley of the Kara Dere, the classical Hyssos, just south of the modem town of Arakh and is a more likely candidate for the auxiliary fort of Hyssos Limen recorded by Arrian and attested in the Notitia Dignitatum (Or. XXXVIII 34). The principle access to the site at Buzluca is from the south, where the spur narrows to a width of only 100 m. Overall the enclosureis trape- zoidal in shape broadening to the north, with a maximum length north- south of 220 m and east-west of 200 m, and a total internal area of 4.2 hect. the north side is very irregular with a deep re-entrant midway along its length. The ground falls very steeply to the east and north, but with a distinct shoulder to the west. There is a gentle slope across the site from south to north. The slopes and plateau are covered by hazelnut or- chards, with small ı on level ground for the cultivation of maize and beans. The main structural featute is the curtain wall and its associated tow- ers and other buildings. Stretches of curtain survive on all four sides up to 40 m in length. To the west, north, and east the wall formed a terrace cut in to the hillside rarely exeecding Im in width. To the south the outer face is mainly obscured by hill wash and wall core only survives on the inner, north, face. Along the 100 m length of the south curtain are four well preserved structures aligned west to east. The best preserved is the south-east angle tower. On its north exterior face is a fine chamfered cor- nice at the same level as the surviving floor inside the tower. Traces of this comice may be seen around all four sides of the exterior, at the south-west angle the comice was masked and preserved by the curtain wall with an unweathered profile. This indicates that the tower did not project in front of the curtain wall and that it was structurally earlier than the curtain. At the east end of theinterior of the tower are the remains of an inscribed apse, there was a door to the west. Below the level of the comice the mortared rubble walls are faced with uncoursed basalt rubble 74 blocks, but, by contrast, above it the walls both inside and out, are faced with thin limestone slabs presenting an ashlar or blockwork face. Similar construction is seen on the south curtain towers and at the west and north gates. Towards the west end of the south curtain and at the south-west angle are two small churches 8.5 m long and 5 m wide, constructed astride the curtain wall both with external semicircular apses. Remains of the chamfered comice are visible at the south-west angle, although the wall is curved at the angle below the comice suggesting that at this point the curtain wall preceded the building of the churc. Apart from this evi- dence for three single-cell churches along the south curtain, there also ap- pears to be a row of lean-to buildings towards the east end, one of which may preserve an inscribed apse. The south gate cannot be identified with certainty. Winfield recorded fragments of an opus sectile floor on the upper storey of a building he identified with the south gate but no trace of this flooring now survives and the gateway can only be imprecisely 10- cated between south-east church and the central church on the south cur- tain. On the west side the curtain wall survives in a number of places with the traces of three internal towers, but the major feature is the west gate (Fig, 1). This takes the form of an internal tower gate with a barrel vault, aligned east-west, at right angles to the curtain. The remains of an apsidal east-end survive on the first floor, above the vault. The west wall of the tower-church stands to a height of 7.47 m above the modem floor of the vault and is pierced by a window 1.38 m high and 0.36 m wide. At the north-west angle is a square tower, unusually for Buzluca without evi- dence of a church above it. The principle surviving defensive structure is the north gate, like the west gate it has .upper storey with a second floor apse aligned to the east. Unlike the west gate this church is supported on a transverse barrel vault, so that it is elear that the alignment of the church determined the plan of the gate. Gate arehes survive to the north and south, but the ends of the vault are also open to east and west so that the upper storey İ s supported on four piers like a tetrapylon, There is a chamfered comice cmd there are facing-slabs and decorative pilasters similar to the south-easth tower and west gate. This gate provides the elearest evidence for the sophisticated stone architecture and decoration found at the churches at Buzluca. .Only fragments survive of the curtain wall round to the east side. Against the inside of the east curtain is a large building 15.5 m long by 75 8.3m wide, abutting it to the south are the remains of a ruined apse. To the west of it on the highest point within the enelosure is a large structure overgrown with dense vegetation, locally known as the havuz or open cistern. The outline of a multi-apsidal plan could be seen with rectangular buildings to the west, these buildings had been eleared and inadequately planned in 1988. it is hoped to carry out a detailed survey of this struc- ture in 1993. Apart from these structures the interior was empty of visible archae- ological remains; roof tiles of varying fabric and colour represented the overwhelming majority of surface finds, with only three pottery sherds. Recent cutting of open field drains across much of the interior of the site had revealed neither pottery nor structural remains. It is elear however that there are extensive hillwash deposits on even shallow slopes, so that further remains could well be obscured especially around the north per- imeter. An alternative explanation for the absence of surviving internal structures could be the extensive use of timber buildings in what remains a richly wooded landscape. Structurally the remains appear to belong to one major period, with additional buildings constructed against the south and west walls. Ex- eluding the central buildings (havuz), there are five churches along the curtain wall, with two other possible apsidal structures. At the gates and the majority of towers it appears that religious architecture takes priority over the requirements of defence. The site is elearly not a Roman or Iate Roman fort and the fort of Hyssos Liman may be better identified at A r a k l ı Kalesi noted above and within 2 km south-east of the site at Buz- luca. Buzluca is unlikely to date before the sixth or seventh centuries AD and it has been suggested that the medieval and modem name of Herak- leia/ A r a k l ı derives from the campaigns of the emperor Heraelius in the Pontos between 622 and 626 (Bryer and Winfield 1985:327). The sole dating evidence from the site which has been studied so far is the sole surviving fragment of architectural decoration found elose to the south-east corner chapel-tower (Fig. 2). This is the fragment of a lime- stone relief cross, probably part of a pilaster capitaL. The form of the cross with divided ends and deep drilling is unlike early Byzantine ar- chitectural sculpture, and eloser affinities lie beyond Anatolia with the Christian architecture of the Caucasus and the Sassanian empire (Mun- dellI977). The recent survey has shown Buzluca to be an impressive single period site elose to the castle and cape at A r a k l ı Burnu. It is hoped that 76 further study of the architecture, stone fragments and the pottery will al- low a clearer understanding of the chronology of the site and that this will allow a fuller interpretation of its function. This is clearly different from most other medieval sites in the region whether secular or religious. The principal monuments surviving from the medieval period are church- es and casdes (see Bryer and Winfield 1985). Casdes invariably are 10- cated on isolated hilltops such as Hamurgan Kalesi behind Sünnene or rocky coastal promentaries like Kalecik Kalesi to the west of A r a k l ı Bur- nu. The situation of Buzluca on a spur does not fit within these categories especially as there is no additional defence at the more vulnerable south- em end of the site. But are we perhaps misunderstanding the nature of the defences? Along the short, hundred metre cordon on the south side are located at least three churches barely 25m apart, partly within and partly projecting in front of the walls. We might expect this line to form part of a conventional fortification even if it does not match other medieval sites in the region. Altematively this necklace of churches and their holy relics and icons may constitute the principle supematural protection for the site. If the association of Buzluca with Herakleia, founded by the emperor Heraclius between 622-6, is correct this places it in a period of military and ideological erisis in the Byzantine empire. In the accounts of early seventh century sieges, contemporary texts and chronicles give greater prominence to the intervention of divine aid: this combination whether St Demetrius at Thessaloniki or the Holy Virgin at Constantinople in 626, than to the temporal defenders. The combination of supematural and physical defence is not unique to the Byzantine world, but at Buzluca it would appear that the divine is given precedence over the practical needs of defence. The limited dating evidence suggests a somewhat later date and the connection with Heraclius remains tenuous, but this combination of defences presents a fascinating illustration of the transfonnation of early Byzantine society and culture. This need not be the only interpretation of the site, altematively it may be a monastic or pilgrimage centre, although this is likely to have been early or shortlived as no records have survived in the later medieval documents from the Pontus. Further investigation of the multi-apsed building (havuz) at Buzluca in 1993, together with a geophysical survey, may provide a clearer idea of the function of the site as a whole. In addition it is hoped to be able to plan and survey the probable Roman military sites at Eskipazar, A r a k l ı Kalesi and Hortokop to the east and' south of Trabzon. 77 BIBLIOGRAPHY M. B İ L G İ N 1990 Sünnene Tarihi (Istanbul). T.S. BRüWN, A Bryer and D Winfield 1978 "Cities of Heraclius'', Byzantine and Modem Greek Studies 4, 15-38. A.A.M. BRYER and D.C. WINFIELD 1985 The Byzantine Monuments and Topography of the Pontus (Washington). MUNDELL M 1977 "Monophysite Church Decoration", in A Bryer and J Herrin (eds) Iconoc- lasm (Binningham) 54-74. 78 1992YILI BUZLUCA Ş TRABZON J.G.CROW Antik Buzluca ş Karadenizsahilinden 1.5 km içerde, günü- müz ş ğ ı ı ı bir burun üzerinde yer almak- ı ı burnunun denize ş ı ı ı dar ve dik bir vadiyle ğ ı ı süre önce Klasik ve Orta ğ ı ı ı üzerinde gerçek- ş ş topografik ı ş sonucunda, ş M.S. 2. ı 7. ı kadar faaliyet ş önemli bir Roma ve Bizans askeri yer- ş olan Hyssos Limme/Susurmaina ğ ş ı za- manda bu ş ı ve Kara Derenin (Hyssos nehri) denize dökül- ğ noktada bulunan liman ile de ş ş (Bryer and Winfield 1985: 326-7). Buzluca ş ı ı la, ı bir topografik ş ı ı ı ı karar verdik ve Zeiss Elta 6 elektronik ölçer (total station) kullanarak ş ı ı 1:500 ölçekte ı ı ı ı ı ş ğ ı ı ı ı daha ı ı verekonstrüksiyonlan için de 1:50 ölçekte planlar ı ı ş ı ş güneyden, ı burnun 100 metreye kadar da- ı ğ ı noktadan ğ ı Tümüyle ğ ğ ş rnin kuzeye ğ ş ikizkenar yamuk ş ğ görül- mektedir. Kuzey-güney yönünde en fazla ğ 220 m ğ ı yönünde ise 200 metredir. Kuzey ı ğ yan ı boyunca de- vam eden girinti ve ı ı ı nedeniyle oldukça ı bir görünüme sa- hiptir. Arazi ğ ve kuzeye ğ oldukça diktir; ı ğ ise dik bir omuz ı ş tam ı ise arazi güneyden ku- zeye ğ ğ Yamaçlar ve plato üzerinde ı ı bahçeleri ı düz arazi üzerindeki ı ı noktalarda ise ı ı ve fasulye ş ı Gözlenen ana ı özellik bir ı ş duvar ve duvar ile ş kuleler ve ğ ı ı Duvara ait parçalar ı noktalarda 40 ı olmak üzere yer yer ş ve ı kuzey ve ğ yamaçlan üzerinde ş 79 ğ 1 metreyi çok nadiren ş bir teras ş ı ı güneye ğ olan ı ş cephesi ğ ğ ı ş malzemeler- le örtülü ı ı özü ı kuzey iç cephede gözlenebil- mektedir. Güney ı ı 100 metre ğ bir ı ı ı dan ğ ğ ı hizada ı ı ş ve oldukça iyi durumda ş dört adet ı ı Bunlar içinde en iyi durumda ı ğ ş kulesidir. Bu kulenin kuzey ı ş cephesi üzerinde, kule- nin içinde ş taban ile ı seviyede yer alan oldukça ince yivli bir silme ı Bu silmeye ait ı ı ı ş duvann dört yüzü bo- yunca gözlenebilmektedir. ı ş kulesinde ise, bu silme perde ı ş ve ı ı ş Bu durum kulenin, du- ı ı ı ı ğ ı ı göstermektedir. ı duvardan daha erken bir döneme aittir. Kulenin iç ğ ucunda üzerinde ı bulunan bir apsis ve ı ucunda ise bir ı ı Silmenin ı ka- lan ı ı harç ile ı ş ı moloz ş ı ı ş olan duvar kaba ş bazalt moloz ş ı ı ş ı Fakat silmenin üzerinde kalan duvarlar ise hem içte hem ı ş silm-enin ı kalan duvar ı ı na tam tezat ş edecek ş ince ş ı ı ı ş ı Böylece duvar yontma ş veya ş ş ş gibi bir gö- rünüme sahip ş Benzer bir ş ı güney ı ş duvar kuleleri ile ı ve kuzey ı ı da görülmektedir. Güney perde ı ı ı ucunda ve ı ş 8,5x5 metre ı iki adet kilise ı Bunlar ı hizada olmak üzere ı ş ı iki ı ş edil- ş ve her ikisinin de ı daire ş ı ş apsisleri ı Her ne kadar duvar silme ı ı ı ş yaparak kavislenmekteyse de, ı ş yivli silmeye ait ı ı gözlenebilmektedir. Güney ı ş ı boyunca yer alan tek ı üç kiliseyle ilgili bu delillerden ı olarak, ğ uç tarafa ğ ı duvara ş olarak ı ı ş bir dizi ı söz etmek de mümkündür. Bunlardan bir tanesi, üzerinde ı olan bir apsisi koruyor olabilir. Güney ı ı ı yeri ise, kesin olarak ı ş ı ı ş duvar ş ı ı üç adet dahili kuleye ait ı ı larla beraber birkaç nokta da ş Bununla beraber ı tara- ı ı en önemli ğ burada yer alan ı ı ı ı ğ ı ğ tusunda olan ş tonozlu bu ı iç kule ı ı benzemektedir ve perde ı 90° lik bir ı ş ı daire ş ğ ucuna ait ı ı ş tonozun üzerinde ı kat seviyesinde korunagel- ş Kuleli kilisenin ı ı ait ı ı ş tonozun bugünkü ı 7.47 metre ğ kadar ş Duvar üzerinde 1.38 metre yükseklikte, 0.36 m ş ğ sahip bir pencere ı Kuzey- ı ş ise, kare ı bir kule ı ve bu kulede eskiden 80 kilise ğ dair herhangi bir ı ı ş ı ki, bu durum Buzluca için oldukça ğ ı ş ı ı ş ana ı ı kuzey ı ı ı ve ı ı ı da ğ gibi iki ı ı Ikinci kat apsisi ğ yönündedir. ı ka- ı ı ı olarak, üst kattaki kilise çapraz ş tonozludur. Bu du- rum kilisenin yönünü, ı ı ı ı ğ ortaya ı ı kemerleri kuzeye ve güneye ğ ş ı fakat ay- ı zamanda tonozun iki ucu ı ı Ikinci kat bir tetrapylon gi- bi dört adet payanda üzerinde ı Burada da yivli bir silme var- ı Yüzey kaplama malzemesi de ğ kulesi ve ı ı ı ile ı ı ğ tarafa ğ ı ş duvara ait ı ı ı ş ğ ı ş ı ı iç ı 15.5 metre ğ ve 8.3 metre ge- ş ğ ş bir ı ı Apsise ait harabeler bu ı ı güneye ğ ı ı ğ bu duvarlar içindeki en yüksek noktada, üzerinde ı ı örtecek kadar ğ bitki örtüsü olan ş bir ı var- ı Bu ı yörede havuz ya da üstü ı ı olarak bilinmektedir. Birçok yönde ı daire biçiminde ı ı ı ı olan bir ı ı ı ait ana hatlar ı ğ izlenebilmektedir; fakat bu ı henüz ş ı ı ş ı İ ı ı bu ı ı ş ı gözle görülebilen ş arkeolojik ka- ı ı yoktur. ı malzemeden, ı renklerde ı ı ş oldukça çok ı ı kiremitleri yüzey ı temsil etmektedir. ı üç adet çanak çömlek ı ş Arazi üzerinde ı süre önce ı ı ş sulama ı ı ş ı ı ı da, ne çanak çömlek ı ne de herhangi bir ı ı ı ortaya ı ı ş ı Bununla beraber çok ı olarak görülmektedir ki, oldukça ş ğ ğ eteklerin- de bile, ğ ı ş oldukça ğ birikinti ı bu derin birikinti bulunanlardan ı ı ı ı ı ı olabilir. Güney ve ı ı ş ı ı ı ı ş ek ı birlikte, tüm ı ı ı tek bir ana döneme aittir. Merkezde bulunan ya- ı (havuz) hariç olmak üzere perde ı boyunca ş adet kilise ve ı ı iki adet apsisli ı ı ı ve kulelerin büyük ğ ğ dinsel mimariye savunma ı daha çok önem verildi- ğ gözlenmektedir. ı söylenebilir ki, ş Roma veya Geç Ro- ma dönemine ait bir kale ğ Bu nedenle Hyssos Limen kalesinin günümüz ı ş iki kilometre ı (Bilgin 1990), bu- günkü Buzluca ş güneyinde alçak arazi üzerinde ve Kara De- re'nin (antik Hyssos nehri) ı ı yer alan ı kaleyle ş ş mesi daha ğ ı Buzluca ş M.S. 6. veya 7. ı daha erken bir tarihe ait ı çok ı gözükmemektedir. 81 Orta ğ ve günümüzde ı ı isminin 622 ve 626 ı ı Pontos'a seferler düzenleyen imparator Heraclius'dan ğ ş (Bryer and Winfield 1985: 327). ş ğ muz bu ı ş ı ı burnunda yer alan kaleye ı ve oldukça etkileyici bir tek dönem ş ğ ortaya ş Mimarinin ş ı ve çanak ğ incelenmesi sonucu krono- lojinin daha iyi ğ ümit etmekteyiz. Bize bu ı ş ı ı ğ ı ve Müzeler Genel Müdür- ğ ve ı temsilcimiz ı Asuman Güngör'e ğ ı lan için çok ş ederiz. Trabzon Müzesi ı ş ve özellikle Mü- dürü ı ş Sevim bize çok dostça ı Kendilerine aynca ş sunanz. İ İ A A.A.M. BRYER and D.C. WINFIELD 1985 The Byzantine Monuments and Topography of the Pontus (Washington). M. İ İ 1990 Sürmene Tarihi İ 82 BUZLUCA Plan 83 Fig: 2 84 1992 ÇANKIRI VE KASTAMONU'DA Ş KAUNOS VE PATARA ı ı İ İ Ş Christian MAREK* ş ı için bana gerekli izni ş olan ı ve Müzeler Genel ğ ş borç bilir, ı temsilcisi, Bay Yücel Kiper'e ı için çok ş ederim, aynca Kaunos ı ı ş ı ğ ı Prof. Dr. Baki ğ Doç. Dr. Cengiz ş ı ve Patara ı ı ş ı ğ ı Prof. Dr. Fahri ş ı Doç. Dr. Havva ı çok ş ederim. I. KASTAMONU Bu sene de Kastamonu, Araç, Daday, İ ş ve Tosya il- çelerinde arazi ş ı ı ı ş ı Temmuz ı ı yedi gün süreyle ş 20.7.1992 tarihinde ş ı ı ş olup, 26.7.1992 tarihinde sona ş Bölgede ş ğ ı yukan 16 köye ı ğ ı ziyaret ı ı hiçbir yeni ı ortaya. ı ı ş ı Bundan ş bölgede bugüne dek bilinen ı ğ köylerde tekrar ş tur. ı Kastamonu Müzesi'nde yeni bir Bizans mezar steli ş tur. ı Kavak Köy (nördlich der StraBe nach Araç), in einem Bauemhaus, jetzt ins Museum Kastamonu gebracht: Flache, rechteckige Platte aus weiBem Marmor Höhe 0.58m, Breite 0,445m, Dicke 0,035m, Buchsta- benhöhe 0,02-0,03m Abschrift/Photo. * . Dr. Christian MAREK; Philipps-Universitat Marburg Seminar für AIte Geschichte Wil- helm-Röpke-Str. 6 C. 85 + 8Ecr LC; 'Iwavvou MO- YLcrTpLOVOU XOL Mop(- oc; TnC; TOUTOU OVE\jJLOC; XOL MOPXLOVOU YVEcr(W ov- 5 oPOC; ı + ll. DIE ARBEITAUF DEN GRABUNGEN A.KAUNOS Die diesjahrige Arbeit in Kaunos war vor allem auf die Entzifferung des groBen Pfeilers konzentriert, deren Ergebnisse ich hier unter Nr.I darlege. Neu aufgenommen wurde die interessante Ehreninschrift für den Procurator von Korsika, Tiberius Claudius Clemens (Nr.3) sowie einige fragmentarische bzw. stark verwaschene Inschriften (Nr.4ft), deren Text- wiederherstellung noch nicht befriedigend gelungen ist. Besondere Auf- merksamkeit habe ich auch der bereits im Vorjahr aufgenommenen Ehreninschrift für den Demos der Römer gewidmet (Nr.2), zu der ich hier eine kurze Kommentierung nachtrage. ı Agora, Ostseite. GroBer, sich nach oben verjüngender Pfeiler, 1990 an der Südostecke der Stoa wiederaufgerichtet, zusammengesetzt aus vier mehrfach gesplitterten und an den Kanten stark bestoBenen Blöcken aus dunkelgrauem Kalkstein. Der Pfeiler war an drei Seiten beschriftet, die jetzt nacht Süden, Osten und Westen zeigen. Nur die Süd- seite ist einer vollstandigen Verwitterung so weit entgangen, daB gröBere Textpartien entziffert werden können. Die MaBangaben beziehen sich auf die Südseite: Basishöhe, 1,16m, Basisbreite und-dicke jeweils ca. 1,00m, Gesamthöhe 3,405m, maximale Breite 0,78m, Dicke 0,78m, Buchstabenhöhe 0,015m, Zeilenabstand O,Olm Abklatsch/photos. [---------------] A[---------------------------------------------------] ı ı (AOC; ı ı (AOU [----------------------------------------------] [unEp] otnou xo L TWV ı ---------------------------------------] [------]oYoocc •Eou (OU n UC; ------------------------------------] 5 [------]6wpoC; IOTUPOU m-----------------------------------------------] [u]nEp OUTOU xc L TOU ı ---------------------------------------] [-------]pOC; KUAAOU LEUC; ------------------------------------] [------- ı ı ou [ .... lül -------------------------- --------] [-------------]oc; Be o LAE Lôou n Ep6 LX[ (08EV ---------------------------] 10 Auo Lo u Floocvô suc; vac. [----] [------- l t oc; xo l. •AnoAAI.JV ı 8EWVOC; LELC; ------------------] [------------] 'APTEllLOWPOU AEIl .. o . EUC; [----------------------------] n poHvou TOU Il uovtov oc Ilcocvôl e ôc ------------------------] ı npoHvou Flcocvô euc vac. [----] 86 15 ı ı FlcccvöeGc vac. [----] [------------] 'Avr ı t oou "IIJflPLOÇ vac. [----] [--------- ı oc 'AYPE ı 'OpcruflA- L ı [------------------------] tn o"to]IJWV n o"tOIJWVOç n"tOA-EIJO ı vac, [----] [---- ]WVl.6nç lIpuov"toç Tl Xc t c v cot ol ôc LOÇ -----------------------------] 20 [-----------] lIpuov"toç nA-O"tOV'L 'c ') ı ' \ r - i O l< - ; " " " , , , I O P O U S 'B F J l G L U s • , _ / a r a y . : ' . s , r . . i U . . . . " ' " ' . . . . . . . • \ ' ' ' - . D 'n " '" R A ,. . . . . . , , ' : . - " > - . . . - , " > ' 0 1 B . . . . . . D E U < O S ( i . . . . . . " . \ l Z U B U U D N ı ' - - - r Ô : ' j , - , - , < _ . . r - / . m a - " . . . . . . ' . . . . . . " . ' J , r " . : / . Z - ' . . . . , ' - r ı r : ' o . ' . . . . . • M " " . . . . . . • • " . " " " \ . . . . , j ! . . • 'F J l " " " O S ı " , " " '< & O " . _ " " " ' O S ı . . . . - , 1 . . . . . . . . . _ . . ' . . . . . . ç . . . . . . , , , , . . . . . - ' . . . . . I " " , * Ç ' - ' " : ; _ . H " , . " J t d o t - e I V l . . ı ı " " " " ' " . : W l . ' P R > , • .' . . r - r . r < : O P O N T i S j . " / ı ı ı i . . . } . / / : ; ' / < . " - c : : - , i ) . . . . ' - " " - - - r : _ _/ H a r i t a : B u l u n t u y e r l e r i ı Resim: 1- Misinli köyündeki Bizans kalesi k a l ı n t ı s ı Resim: 2- Gökçesu mevkiindeki antik su kanallanndan birinin a ğ z ı 135 136 * DOOU İ İ İ İ VE İ İ COORAFYA Ş 1992 Mustafa H. SAYAR* Peter SIEWERT Hans TAEUBER 1992 ı ı ğ Kilikya epigrafi ğ ş ı 1 ı Ekim günleri ı Viyana Universitesi Eski ğ Tarihi Bö- lümünden Prof. Dr. Peter Siewert ve Dr. Barbara Pitlik'in ı ı ş ş olup, toplam 114 adet epigrafik ve üç adet arkeolojik eser ı ş ı 1992 ı ı ı ş ı ı ilk ş ı ı Roma İ Dev- ri'nde ı ı en önemli antik kenti olan Anazarbos'un içinde ve çevresinde ı ğ ı ı ş ı ş (Harita). ğ ı larda Anazarbos'un arazisinin, ğ ğ ve güney yönünde ı ma ı ı belirleme ı ş ı ı ı ğ ı 1992 ı ı ı ş ı ı Anazarbos'un kuzey, ı ı ve ı ı ı ı belirleyecek epigrafik ya da ğ ipuçlan bul- ma ı ş Bu ı Anazarbos'un içi ve çevresindeki köylerde 59 mezar, 4 adak, 21 ı ı ı ve 1 mil ş ı bulduk. Söz konusu mil ş ı Anazarbos'un 1,5 km kadar ı ı bir tarla içinde ş olup üzerindeki Grekçe ı metninin ilk dört ı n büyük ölçüde tahrip ğ hangi imparator döneminde ğ Dr. Mustafa H. SAYAR, Institut für Alte Geschichte, Universitat Wien, Dr. Karl Lueger ring 1, A-lOlO Wien - AVUSTURYA. Prof. Dr. Peter SIEWERT, Institut für Alte Geschichte, ı Wien, Dr. Karl Lueger Ring 1, A-lOlO Wien - AVUSTURYA. Dr. Hans TAEUBER, Institut für Alte Geschichte, Universitat Wien, Dr. Karl Lueger Ring 1, A-lOlO Wien - AVUSTURYA. (1) 1992 ı ı ı ş ı ı izin veren Kültür ı ğ ı ı ve Müzeler Genel Müdürlü- ğ ş ı gezimize ı temsilcisi olarak ı Adana Müzesi ş ı görevli- lerinden Erman Bediz'e ve ı ş ı ı ı finanse eden Avusturya Bilimsel ş ı ı Destekleme Fonu'na ş ederim. 137 ni kesin olarak belirlemek ilk ı ş zordur. Ancak, ı ı daha alttaki ğ ı ş ı tarihlerne için ı ipuçlan vermektedir. ğ bu ı ş ünvanlan ı sadece Septimiane, Severiane ve ı ı geçmesi, buna ş ı imparator Macrinus ve Severus Alexander dönemi mil ş görülen Makreiniane ve Alexandriane gibi bu imparatorlann adlanndan ş ı metinde bulun- ı nedeniyle söz konusu mil ş ı ı Macrinus'un imparator ğ M.S. 217 ı ı öncesine tarihlernek gerekmektedir. Daha alt ı sa- ı ünvanlar ı da ş imparator Augustus ı M.O. 19 ı ı ı Kmaapda ı ı 1tPOç 10 'AvaÇapP0 ı ı M.S. 204 ı ı Imparator Septimius Severus ı verilen, metropolis ı ve kentin iki imparator kültü ı ğ ı bulundurma ı sa- hip ğ belgeleyen Ötç Vf,U)KÔPOÇ ı ı görüyoruz. Anazar- bos, Anadolu kentleri ı büyük önem verilen neokoros ı ı Septimius Severus'tan ilk kez 198, ikinci kez de 203 ı ı ı ş ı Böylece bu mil ş ı ı kentin ikinci kez neokoros ı ı ı ğ ı 203 ı ı ile ı Macrinus ı ğ 217 ı ı di- ş ğ ş ı ı Sondan üçüncü ı mil ş ı ı Anazarbos'a bir mil ı di- ğ ı ı ı Bu ı mil ş ı ı bugün ğ yerin kente olan ı ğ ı da hemen hemen ş ğ söz konusu eserin bu- gün ğ yerin antik devirde dikili ğ yerden fazla uzakta 01- ı ğ ı ı Bu buluntu yerinde daha önce de Imparator Mac- rinus ve Imparator Severus Alexander dönemlerinde ş iki mil ş ı daha ş olmasr', ı ı Anazarbos'un ı ı ilk bü- yük antik kent olan Mopsuhestia'dan gelip, Anazarbos'tan geçtikten son- ra, Melitene'deki (=Eski Malatya) lejyon ı giden antik yol gü- ı üzerinde ğ ve özellikle 3. ı artan ğ seferleri ı ı yolun ı ı ğ göstermektedir'. 1992 ı ı Anazarbos antik kenti çevresinde ı ğ ı ı ş ı lar ı ı Roma Imparatorluk Devri'ndeki yerel kült belgeleri de tespit (2) ı verilen metropolis ı ı tarihlenmesi ı bkz. R. Ziegler, Kaiser, Heer und ı Geld, Untersuchungen zur Münzprdgung von Anazarbos und anderer ostkilikischer Stiidte, Erganzungsbande zu den Tituli Asiae Minoris Nr. 16, Wien 1992, 113. (3) Anazarbos'a ikinci kez verilen neokoros ı ı tarihlenmesi ı bkz. R. Ziegler 1992 (yuk. dip not 2) 113. (4) Bu mil ş ı Macrinus devrinde ş olan için, bkz. M. Gough, Anazarbos, Anato- lian Studies 2, 1952, 137, No:16. Severus Alexander devrinde ş olan mil ş ı ı bu- luntu haberi için bkz. M.H. Sayar, ğ Kilikya'da Epigrafi ve ğ ş ı ı 199V,lX. ş ı ı ı ı Çanakkale 27-31 ı 1991, (Ankara 1992), 204. (5) Bu yol ı bkz. M.H. Sayar, 1992 (yuk. dip not 4) 205. 138 ettik. Anazarbos'un kuzeyindeki köylerden Köseli'de, (Harita) ğ muz bir yuvarlak sunak üzerindeki adak ı ı ğ ı Zeus Kerau- nios'« ı ı için" ş ğ görüyoruz. Anazarbos'un ı ı köylerden, ş ğ köyünde (Harita) ğ bir ğ yuvarlak sunak üzerindeki ı da bunun Zeus Hypsistos'e ı ğ ı ı ğ Anazarbos'un ı ı Yüksekören köyünde (Hari- ta) bulunan bir ş adak ı ı da, Zeus'un iyi ı = agathos The- os epithetonunu ş ı ı ğ ı ı görüyoruz. Anazarbos'un kuzeyindeki köylerden Çukurköprü köyünde de (Hari- ta) tannça Aphrodite'ye ı ş olan yuvarlak bir sunak tespit ettik. Tan- nça Aphrodite kültünün Anazarbos'ta, Kassaleitis epithetonu ile ı ı ğ Anazarbos'taki ğ ı ı ı yukan ı mer- divenli tören yolunun ğ kenannda, kayalara ş sunaklardan üçü üzerindeki ı ı ı bilinmekteydis, 1990 ı ı ş ı ı ı Anazarbos'un 24 km kuzeyinde, ı kuzey ı ı ı ş Toros ğ ı güney ı ı dan biri üzerinde, Kozan ilçe merkezinin ş ı 5 km kadar kuzeydo- ğ Göreken Yayla'da antik ı henüz bilinmeyen bir ören yerini ş (Harita) 1992 ı ı Göreken ı tekrar ziyaret ğ mizde, bu kez buradaki iki kiliseden birine ı ğ olarak ş edile- rek ikinci kez ı ı ş olan bir blok üzerindeki ı ı ı ortaya ı ı ş ğ gördük. ı ı ş ı ı M.O. 19 ı ı ş Anazarbos takvimine göre verilen 147 ı ı ı ı Bu ı sa- ı ı M.S. 128 ı ı ş ğ olup, Göreken yayladaki antik ş en ı M.S. 2. ı ı ilk ğ beri ğ belgele- mektedir. Göreken ı 3 km kadar güneyindeki, Peri kalesinde (Harita) bir Bizans kilisesinin ı ı ı ve ı lentosu üzerindeki ş ı ı ı ineeledik (Resim': 1). Kozan ilçe merkezinin ş ı 3 km kadar ğ Eskikaba- sakal köyünde, köyün 200 m ı ı Naltepe mevkiinde bulun- ş olan üç mezar ı ı inceledik. ı buluntu yeri olan Nalte- pe'deki nekropol, Roma Imparatorluk Devri'nde küçük bir çiftlik ya da köy ş aitti (Resim: 2). Anazarbos'un arazisinin kuzey ve ı yönlerindeki ı ı ı belirlemek ı 1992 ı ı ı ğ ı ı ş ı antik ı Saros (6) Aphrodite Kassaletis ı bkz. L. Robert, Hellenica, XI - Xll(1960) 177-188. (7) Göreken ı ilk ziyaretimiz ve buradaki buluntular ı bkz. M.H. Sayar 1992 (yuk. dip not 4),206. 139 olan Seyhan nehri ı kadar ş (Resim: 3). Bu ş ı ı ı ı ı mevkiinde, Saros nehrinin her iki ı ı ı bir köprünün ı ı ı ı gördük (Resim: 4). Saros'un ı ı ı ı ı ğ ı ı incelemeler ı ı ğ ilçe- si, Akören ğ ı ı ğ ve Anazarbos'a 48 km ı (Harita) Roma ve Geç antik devir ş yeri ile bu ş ğ ı ı olan Gökören'de ı ğ ı ı incelemelerde toplam 15 adet Roma ve Bizans devrine tarihlenen ı ı Büyük bir ı ı ören yerin- deki Roma devri mezar ı ve kiliselerde halen in-situ durumda gö- rülebilen ve en ı antik kent olan Anazarbos'un M.O. 19 ı ı ş takvimine göre ş ı ı içeren ı ı sayesin- de bu ş yerinin MS. 2. ı ı ikinci ı ile 6. ı ı iskan ş ğ ş ı ı (Resim: 5). Ören yerinde ayakta ı ş ı en erkeni, ğ bakan ka- ı ı ı üzerindeki ı ı ş ı verilen 189 ı ı ı göre M.S. 170 ı ı tarihlenen ve ı ı da Heroon olarak ı mezar evidir (Resim: 6-7). Ören yerindeki iki kiliseden güneydekinin (Resim: 8) apsis pencere ğ birinin ğ bakan ı ş yüzündeki ı ı ş ı ı Anazarbos takvimine göre ş olan 544 ı ı ı ı sayesinde apsisin M.S. 525 ı ı Panemos ı ı ı geçen oikonomos =yönetici Zosimos ı ı ı ğ ı ı ğ (Resim: 9). ı kilise- nin ı ı ı ı kuzey ı ğ ise yine Anazarbos takvimine gö- re ş olan 559 ı ı ı ı sayesinde de duvann bu ı ı ı ı adlan geçen idareciler =oikonomoi Petros ve Sambatios ı M.S. 540 ı ı ı ğ ı ı ı Kilisenin güney ı ı kö- ş bir ı ğ bakan yüzündeki ı verilen 613 ı ı ı bu bölümün M.S. 594 ı ı ı Panemos ı Nikodemos ı görevli ı ı ı ğ ı ı ğ (Resim: 10). Kili- senin güney duvannda, tabula ansata içindeki bir ş ı ı üzerinde- ki 565 ı ı ı ı bu bölümün Xandikos ı ı 23. günü yani M.S. 546 ı ı rahip Gerontios, Diakon Paulus, ve oikonomlar Iason ve Loukios ı ı ı ğ ı ı belgelemektedir. Böylece kilisenin M.S. 525-594 ı ı ı ş ı ğ ı kronolojik bir ı ı takip ğ görüyoruz. Bu kilisenin ş ı 100 m kadar kuzeyindeki ğ bir kilisenin (Resim: 11) apsisinin ı ş duvanndaki ı ı ı verilen 523 ı ı ı ı bu kilisenin M.S. 504 ı ı ı adlan geçen Periodont Kyriakos, archidiakon Gerontios ve oikonom Elianos ı ı ı ğ ı ı ka- ı ı 140 Gökören mevkiindeki kilisedeki (Resim: 12-13) mimari parçalardan biri üzerinde Anazarbos takvimine göre ş 572 ı ı ı okunmak- ı ki, bu da söz konusu kilisenin M.S. 553 ı ı ğ belgelemektedir. Akören'in birkaç km kuzeyindeki ı ı köyünde (Harita) üç adet Bizans ı ı gördük. ı biri din ğ ş ş martyrlere ithaf edilen bir ı ı ı ı ı ğ iki ı ise Johannes ismindeki bir yöneticinin bu ı ğ ı için ne kadar maddi ı da ğ bahsedilmektedir. ı ı köyünün 1 km kadar ı ı ise 6. ı tarihlenen bir Bizans kilisesinin ı ı görülmektedir' (Resim: 14). Anazarbos'un 52 km ı ı ş ı köyünde (Harita) ş kadar bilinmeyen bir Roma ve geç antik devir ş yeri tes- pit edildi (Resim: 15). Bu antik köyde bulunan 7 adet ı üçü Roma Imparatorluk Devri'ne ş ise Bizans devrine aittir. Roma Imparatorluk Devri'ne tarihlenen ı her üçü de mezar ı ı olup, ş Anazarbos ı ş ı ı göre biri M.S. 101, ğ 102 ve üçüncüsü de 126 ı ı tarihlenmektedir. Bizans ı ise ş ı ı kimler ı ne amaçla ş edildiklerini gösteren ı ı ı ı Anazarbos'un 53 km kuzeyindeki Akkaya köyünün birkaç km güne- yindeki (Harita) Uzliyen mevkiinde ğ nekropoldeki kaya me- zarlanndan birinin ı ğ 140 ı ı ı ile ş bir mezar ı ı gördük (Resim: 16). Anazarbos ile bu buluntu yeri ı ş bir antik kent ı bu ı ı ı ı Anazarbos takvimine göre veril- ş ğ ş ve buna göre de söz konusu mezar ya- ı ı M.S. 121 ı ı tarihlenmektedir. ğ bu ı ğ bu ya- ı ş kadar Anazarbos ı ı ş olan ı içinde Anazarbos'tan en uzakta ı ı ve Anazarbos'un etki ı ı ku- zeyde en ı bu bölgeye kadar ı ğ ı ı göstermektedir. Anazarbos çevresindeki ş ı ı ı daha sonraki ş ı ı kentin ı ı köylerde sürdürdük. Bu ı ş ı ı Tumlu kalesinin/ (Harita) güneyinde ğ ambon parçalan ve mozaik ş ı ı nedeniyle ı ı bir kilise yeri ğ tahmin ediyoruz (Resim: 17-18). (8) Bu kilise ı bkz. R.W. Edwards, Two New Byzantine Churches in Cilicia, Anatolian Studies 32, 1982, 25-29. (9) Tumlu kalesi ı bkz. F. Hild - H. Hellenkemper, Kilikien und Isaurien, TIB 5, Wien 1990,295. 141 Göreken, Akören, ı ı ş ı ve Üzliyen'de tespit edilen an- tik ş Toros ğ ı ı Çukurova'ya bakan güney ı ı ı M.S. 2. ı ı ilk ı ı ş geç antik ve Bizans devirlerin- de de ğ bir ş sahne ğ göstermektedir. 1992 ı ı ş ı ı ı ı en kuzey ı Feke ilçe merkezinin 8 km kadar kuzeyinde bulunan Eski Feke kalesi ı Karakili- se'ydi. (Harita) (Resim: 19). Mimari yönden 6. ı özellikleri gösteren kilisenin güneyindeki sekizgen ı ı ı ı ı ğ ı tabula ansata içinde iki sütun halinde ı ı ş bir ı ı ı ı (Resim: 20). ı ı ı ş belirtilmernekte, sadece kilise hiyerar- ş mensup ş ı ı ı Ancak ı ş ara- ı bir de archimandrit ı ı ı bir Erken Bizans ı ı ğ ş Anazarbos antik kentinin 22 km kadar ğ Kadirli il- çe merkezi, ı ı M.S. 72 ı ı Roma eyaleti olarak yeniden dü- zenleyen imparator Vespasianus ı M.S. 74 ı ı ı Kilik- ı ş ş ı çerçevesinde ş olan, Flaviopolis antik kenti ile ş 1992 ı ı Flaviopolis'in özellikle kuzey ve ba- ı ı ğ ş ı ı ı Kadirli'nin 18 km kadar ı ı Çal ğ ı ı güney ğ ı ı antik bir ş yeri ğ belgeleyen oturma birimleri ve kayalara ş lahit tek- nelerinden ş bir nekropol ı tespit ettik. Bu ş yerinde bul- ğ bir mezar ı ı üzerindeki 125 ı ı ı ı bu buluntu yerine en ı antik kent Flaviopolis ğ Flaviopolis'in M.S. 73n4 ı ı ş ı göre tarihlernek mümkün ı Bu du- rumda söz konusu ı M.S. 198/199 ı ı tarihlenmektedir (Re- sim: 21). Böylece ı ı en ı M.S. 2. ı beri ı bir ş ğ ı Bu ş birkaç km güneyindeki ş ş mevkiinde ğ bir lahit teknesi ı da büyük bir ı ı bu bölgede Çal ğ ı ğ ş yeri ile ş olan antik bir çiftlik yerini belgelemektedir (Resim: 22). KadirIi'nin 38 km kadar ı ı Çiçeklidere köyü ı mevkiinde ş olan bir mezar stelinin ı ı 204 ı ı ı ı ve bu da yine buluntu yerine en ı antik kent olan Fla- viopolis'in takvimine göre ş ğ ı ı hareket edilirse, M.S. 277 ı ı tarihlenmektedir. Kadirli'nin 24 km kadar ı ı ve ı köyü ı Köristan mevkiinde ğ bir mezar evi (Resim: 23), belki de bir 142 kaç km kuzeydeki Gebelli mahallesi ı antik ş yeri ile ş (Resim: 24). Kadirli ilçesinin 10 km kadar ı ı Erçinli ğ ğ ı ı ı tamamen tesviye ş ğ gördük (Resim: 25). Bu tesviye ş ı ı ş olan bir lahit teknesini civardaki ı ı köyünde ineeledik (Resim: 26). Kadirli ilçe merkezinin kuzey ve ğ ş ı ı ı ı ş ili ı ı ı içinde kalan Mazgaç beline kadar ş tik (Harita). Buradaki incelemelerimiz ı ı ğ ş köyü Karagedik mevkii ı U.B. ı ı 1948 ı ı ı ş iki kaya ı ı ı gözden geçirme ı ı ı bulduk". Oldukça tahrip ş olan bu ı biri bir piskoposun arazisinin ı ı ı ı belirlemektedir. ğ ı ise bir su ğ ı ı üzerindeki kayaya ı ı ş olup, suyun ortak ı ğ ı ı belirtmektedir. 1992 ı ı ı ş ı ı ı daha sonraki bölümünü ş ilçesinin birkaç km ı ı Dörtdirek mevkiinde lokalize edilen Magar- sos antik kenti ve çevresindeki ş ı ş (Harita). Bu ı ş ı ı ı ı biri ş ilçe merkezine, ğ de civardaki ş ka bir köye ş olan Hellenistik devre ğ iki onur ı ı ı inceledikv. ş ilçesinin, ı ı köyü ile üzerinde ş Han çiftli- ğ ğ Pyramos ı ı ı ğ yükselti ı alan- da lokalize edilen Mallos antik kentinden bugün Ceyhan nehri ı ı ı antik köprü" ı ı ı ı ş ı herhangi bir iz ı ş ı (10) Gebeli mahallesindeki ı bulunan bir ş ı ve ı ı ı bkz. G.. Dagron - D. Feissel, Inscriptions de Cilicie, Paris 1987, 197 Nr. 117. Dagron - Feissel, ı ı ilk ı ı 5 i O. ı ı ı ı Anazarbos ı göre ğ tahmin etmekte ve ya- ı ı M.S. 490/491 ı ı tarihlemektedirler, Ancak ı ı Flaviopolis arazisi içinde bu- ğ ı ı bu durumda ı ı M.S. 583/584 ı ı tarihlenmesi gerekecektir. Bu bölgenin hangi antik kentin arazisinde ğ kesin olarak ı çevrede ı lacak ş ı saptanacak olan buluntulann ğ ı ğ ı ı (1i) Bu ı ı bkz. U.B. ı ı ı Mevsim Karatepe ı ş ı ı ve Ge- ziler isimli makalesinin sonundaki G.E. ı raporu, Belleten XIV 1950,536 No.2, Res. 38 ve 537 No 3, Res. 39. Bean ilk ı bir ğ ı ı ı ı ğ yazmakta- ı Buna ş ı J. ve L. Robert, Bullctin Epigraphique 1952, 154'te bu ı ı bir piskoposlu- ğ ı ı ı ı ğ Maxim(us) ismindeki bir piskoposun arazisinin ı ı ı ı ğ ş de ı (12) 1949 ı ı ş ve çevresinde ş ı ı yapan H. Th. Bossert'te Magarsos antik kenti ı ı ı ı tüm Adana ı ı malzemesi olarak ı ı ğ ı ğ mektedir, bkz. H. Th. Bossert, ş Arkeolojik ş ı ı ı On - Ra- por, ı ı 14, 1950,661. (13) Bugün ğ olarak ı yerdeki köprünün Roma İ devrine tarih- ı birkaç kemeri henüz ı Ancak köprünün ı devrinde birçok kere- ler ğ ve 18. ı su ğ ğ ş ı ı bu köprü ı bkz. Hild - Hellenkemper i 990 (yuk. dip not 9), 185. 143 (Harita)«. Mallos ı en eski kentlerinden biri olup, ı gelen antik yol bu köprü üzerinden geçip Aigeai'a ş ı Mallos, Ro- ma Imparatorluk Devri'nin ilk iki yüz ı ı ğ ğ Kilikya ş rine göre gölgede ı ş ı Ancak M.S. 3. ı ğ seferleri nede- niyle stratejik öneminin ı üzerine Mallos Severus Alexander'den 230 ı ı Roma kolonisi ı ı ve bununla ğ ı ı olan ı al- ı ş ı ı 992 ı ı ı ş ı ı ı bir bölümünü de Amanos ğ ı üzerin- deki antik ş incelemeye ı ı Bu ı ş ı ı çerçeve- sinde, Osmaniye ilçesinin en güneyindeki ı ı köyü ı deniz seviyesinden 1300 m yükseklikte bir tepe üzerinde, içine ı bir ka- ya ğ girilebilen, ğ ı uçurumlarla çevrili ı tepesi üzerinde antik bir ş yeri tespit ettik" (Harita). Burada toprak üze- rinde izlenebilen duvar ı ı ı ve 8 adet ı gördük. ı ı ğ ı ş ı 3 km ı Gavuröreni mevkiinde ise ı antik ş nekropolüne ait ğ tahmin ğ kaya me- ı gördük. M.Ö. 51/50 ı ı Kilikya ğ yapan Cicero, ı Amanos ğ ı ş özgür ı ı verilen ğ kabilele- rine ğ ve ğ ı ı 20 kadar bu tür ş imha ğ bunlardan Pindenissos ı ş 57 gün süren bir ş sonra ancak ş vermek suretiyle ele ğ yaz- ı ı mevkiindeki ş belki de bu ş bi- riydi. Ancak eldeki buluntularla bunu tespit etmek ş an için mümkün görülmemektedir. Adana ilindeki ı ş ı ı ı son bölümünde ise, Anadolu ı ı ı ı ğ boydan boya geçtikten sonra, Tar- sus-Adana-Mopsuhestia üzerinden geçip Suriye'ye giden ünlü Roma yo- lunun ı ğ ı ve Yeni köyleri ı ı ı (Harita), Yeniköy'ün birkaç km kuzeyindeki ı ı mevkiinde gör- ğ bir antik köprü ı ı ı sayesinde belirleme ğ ı bulduk. Bu (14) Bossert ı ı köyü ı ş olan ve Flaviuslar devrine tarihlenen bir Hero- on ı ı ı Ma/los kenti ı ş ı dayanarak Mal/os'un ı ı ı bugün ı ğ ı ı ı toprak ı ğ tahmin etmektedir; bkz. Bossert 1950 (yuk. dip not l l) 662. (15) Büyük İ Issos ş ı öncesi Magarsos'taki Athena ı ğ ı kurban sunduktan son- ra Mallos'tan geçerek ğ ş bkz. Arrian, Anabasis II. 5.9. (16) Mallos'un Severus Alexander devrine tarihlenen bir bronz sikkesinde bu imparator çift sürer ş yani kentin yeni kurucusu olarak ş bkz. R. Ziegler, Stadtisches Presti- ge und kaiserliche Politik, Düsseldorf 1985,94 vdd. (17) Bu ş yeri ı bize ilkbilgileri veren ve burada ı ğ ı ı incelemelere bizzat ı Adana Müzesi eski müdürü ı Ipek'e ş ederiz. (l8) Bkz. Cicero, Epistularum ad familiares XV 4,9,10. 144 buluntu sayesinde, yörede halen "Halep Yolu" ı ı bu antik yo- lun, Mopsuhesteia'daki antik köprüden ı ı güney ı ı ı geç- tikten sonra, Harami ğ ı Itinerarium Burdigalense'ôe Mopsu- hesteia'dan 15 Roma mili ı bir yol istasyonu olarak verilen ve ğ ı köyünde lokalize edilen Tardequieia'ya ve buradan da Karan- ı ı üzerinden Muttalip Höyük'e ş ı ğ ı ş ı ı ı yolun Adana-Tarsus ı ı üzerinde dikili ol- ğ ş ı iki mil ş ı ı ı da Tarsus'un 5 km kadar ğ ki, ı deresi civannda ineeledik (Harita). Mil ş birinin ı ı ı son ı ı olarak 3 Roma mili ğ görülmektedir ki, bu da buluntu yerinin Tarsus'a olan ı ğ ı hemen hemen ş ğ dir. Tarsus çevresindeki ş ı ı ı ı Tarsus'un 17 km ku- zeyindeki, ğ ı ı köyü civannda (Harita), ı ğ ı 19. ı beri bu bölgede ş gezginler ı bilinen ve günümüze kadar çok iyi bir durumda ş olan ş ı 5 km lik bir antik yol kesimini ziyaret ettik». Kappadokya üzerinden gelip, antik devirde Kilikya ı n olarak bilinen Gülek ğ ı geçip Tarsus'a ş ünlü Roma yolu ı ı en ğ kalan bölümünü ş bu yolun güney ucun- daki kemerli ı M.S. 5. ya da 6. ı tarihlenmektedir>. Bu yolu zi- yaretirniz ı ı ı bir süre önce ş olan Latince ı ı bir mil ş ı ı da inceledik. Mil ş ı ı son ı ı Grek harfleriyle verilen 12 Roma mili ı ı ı da buluntu yerinin Tarsus'a olan 17 km lik ı ğ ı uygun ş Yolun ğ kalan ı ı ı en kuzey ı ğ mahalle- ş civannda, kayalara ş Latince bir ı gördük. ı bu yolun Imparator Caracalla ı ı ı ğ ı belirtilmektedir. Kilikya ı ı ı en dar yerinde de ı döneminde ı ı ı ş olan bir yol onanm ı ı ı Her iki ı ta 19. ı beri bu bölgede ı ş bilim adamlan ı ş Gerek bu ı gerekse yukanda ğ ğ mil ş ı sayesinde, söz konusu yol kesiminin, en ı M.S. 3 ve 4. ı hemen hemen ı ı süren ğ se- ferleri ı ı Roma ordusu ı sürekli olarak ı ı ş oldu- ğ epigrafik olarak ta belgelenmektedir. (19) Bu yol ı gezi ı için bkz. C. Ritter, ı Erdkunde des Halbinsel- landes Kleinasien II, Berlin 1859,225; V. Langlois, Voyage dans la Ci/icie et dans les Mon- tagnes de Taurus, Paris 1861,364 f. Hild - Hellenkemper, 1990 (yuk. dip not 9) 60vd. (20) B. Ritter bu ı ı Mark Aurel döneminde, Langlois'de Büyük Konstantin döneminde ı ı ş ğ ı Bu kemerli ı ı tarihlenmesi ı bkz. H. Hellen- kemper - F. Hild, Neue Forschungen in Kilikien, Veröffentlichungen der Kommission für die Tabula imperii Byzantini: Band4, Wien 1986, 96f. 145 İ ilindeki ı ş ı Silifke ilçesi ve çevresinde ı ğ ı ı ş ı devam ettik (Harita). Silifke müzesindeki ı ş ı ı ı da, antik Seleukeia ile ş olan Silifke ilçe merkezinde Göksu nehri ı ı ı ş ve Göksu nehrinin antik devirdeki ı olan Kalykadnos ile ı ı ş ı nehir ı ı ş olan ı ı bir sunak inceledik". Böylece sikkelerde tasvirleri görülen nehir ı ı Kaly- kadnos ilk kez epigrafik bir buluntu ile de belgelenmektedir. Silifke ilçesinin kuzeyinde ı ğ ı ı ş ı ı ı Yenisu köyü civannda (Harita) ğ mevkiinde ş olan bir mil ş ı ı ı inceledik>. Bu mil ş ı ı ı üzerinde kalan ı ı ilk sa- ı Latince olarak verilen 17 millik ı ı ı ı Bu ı buluntu yerinin Silifke'ye olan 25 km lik ı ğ ı hemen he- men ş Daha alt ı Grekçe metinden, bu mil ş ı ı M.S. 79-81 ı ı imparatorluk yapan Titus'un 9. kez halk ğ 15. kez imparatorluk ve 8. kez konsüllük ı ğ ı ı denk ş M.S. 80 ı ı ğ ş ı ı ı ı 10. ı ı geçen Marcus Petronius Umbrinus'un daha önce Attaleia'da kendisi için ş bir onur ı ı sayesinde 76-78 ı ı Lycia-Pamphylia eyalet vali- ğ görevinde ğ bilinmekteydi. Bu yeni buluntu sayesinde Mar- cus Petronius Umbrinus'un Lycia-Pamphylia eyalet ğ görevini taki- ben 79-80 ı Kilikya eyaleti ğ ı ğ ı da ş ı ı Bu mil ş ı büyük bir ı ı ı bugünkü Mut ilçe merkezin- de lokalize edilen Klaudiopolis üzerinden Lykaonia'ya ğ antik yol üzerinde ş M.S. 72 ı ı ı Vespasian ı bir Roma eyaleti olarak düzenlenmesinden sonra her yeni Roma eyaletinde ğ gibi Kilikya'da da yol ı ı en fazla önem verilen ş faali- yetlerinden biriydi. Titus devrinde dikilen bu mil ş ı Titus'un Vespasian ı Kilikya'da ş ı yol ı ı ş ı ğ belgelemektedir. (21) (22) 146 Bu ğ ı ı ı ı bkz., M.H. Sayar. Der FluBgott Kalykadnos, Ege Üniversitesi, Arkeoloji Dergisi 2, 1993 ı Bu mil ş ı ı bkz. M.H. Sayar, Straj3enhau in Kilikien unter den Flaviern nach einem neugefundenen ı , Epigraphica Anatolica 20, 1992, 57-62. 147 ' ı i 'tan ı ı ı ı ı 1tPOç ol 1tept 'Ia'tp01ci"lv Kat ı ı ı Kat Ilivôopov Kat 'Icrxu- pinv 'to'tl[e ı ı 'tou ı Kat 'ta] ı a.1tE- orodav] 4 Kat au'tOt ı Ka9roç i:v ı ı ı oe euvoroç ı 1tPOç 'ta 'tou ı ı Kat 't"ç a.oeAq>"c; au'tou ı ı ı ı ı ı ı Kat ı ı 'Avnoxou 8 'tot> E'Y ı ı Kat ı ı ı ı Bepevixnç ı 'te ı ı Ş Kat öcra1tep ı ı ] "Tlepolemos grüBt das Volk von Killara. Zu uns sind gekommen die Gesandten Iatrokles und Uliades und Pindaros und Isehyrias und über- gaben den [BeschluB des Volkes und die] Gastgesehenke und sprachen auch selbst mündlich [wie in dem BesehluB gesehrieben steht]. Wir aber, naehdem wir zur Kenntnis genommen haben, daBsie in guter Ab- sicht zu der Partei des Königs Ptolemaios und seiner Schwester, der Königin Berenike, und des Königs Antioehos, des Sohns des Königs 5 Für den vollstandigen Text s. W. Blümel, ,,Brlefdes ptolemaischen Ministers Tle- polemosan die Stadt Kildarain Karien". Epigraphica Anatolica 20 (1993) 127-133, mit Kommentar undausführlichem Nachweis der herangezogenen ı ı 194 Antiochos und der Königin Berenike, übergetreten sind, haben die Ge- sandten freundlich empfangen. Und was immer ihr fordertet ..." Die in diesem Text genannten Personen sind uns aus anderen Quellen gutbekannt. Tlepolemos entstammte einer groBen lykischen Familie in Xanthos, die - so hat man auf Grund des Namens des Vaters von Tlepolemos, 'Ap'ta.7ta:tT)ç, vermutet - iranisehen Ursprungs war. Er hatte bei den olympischen Spielen des Jahres 256 einen Sieg davongetragcn" und war in zwei aufeinanderfolgenden Jahren, 247/46.und 246/45, eponymer Priester Alexanders des Grolsen und der vergöttlichten Ptolemaer zu Alexandria. In welcher Funktion und wo er die Gesandten aus Kildara empfing, wird nicht deutlich. Möglicherweise vertrat er im Rang eines Ministers den König in Alexandria, der sich auf einer Reise nach Syrien befand (s. u.); denkbar ware auch, daBer mit einem militarischen Kom- mando im Süden Kleinasiens beauftragt war, well er die Gegend und die Verhaltnisse dort genau kannte. König Ptolemaios ist Ptolemaios III., der spatere Euep'YE'tT)C;, der im Januar 246 seinem Vater, Ptolemaios II., auf den Thron gefolgt war. Seine Schwester Berenike war sechs Jahre zuvor, im Frühjahr 252, mit einer auBergewöhnlich reichen Mitgift ausgestattet, mit dem Seleu- kidenkönig Antiochos II. Theos vermahlt worden, um dadurch den 253 geschlossenen Frieden des zweiten Syrischen Kriegs zu sichem. In einem Abkommen zwischen den Königshausern war vereinbart worden, daB der aus der Verbindung zu erwartende oder erhoffte Sohn Thronerbe sein sollte. Tatsachlich gebar Berenike einen Sohn, der, wie wir aus der neuen Inschrift erstmals erfahren, den Namen Antiochos erhielt. König Antiochos hatte sich vor der Heirat mit der jungen agyptischen Prinzes- sin von seiner ersten Frau, Laodike, getrennt und gleichzeitig seinen altesten Sohn, Seleukos, von der Thronfolge ausgeschlossen. Laodike hat in verschiedenen Regionen des Reichs ausgedehnte Landerelen als 6 Pausanias V 8,11; L. Moretti, Olympionikai (1959) p. 138 ad Nr. 558; Chr. Habicht, Pausanias undseine .Beschreibung Griechenlands" (München 1985) 86-87. 195 Ersatz für den ihr genommenen Anteil an der Herrschaft erhalten. Aus einer umfangreichen, in Didyma gefundenen Inschrift (OGlS Nr. 225 = 1. Didyma 492B) geht hervor, daB Antiochos II. ihr etwa im Mai 253 umfangreichen Grundbesitz in der Gegend von Zeleia und Kyzikos ver- kaufte (nicht: schenkte, wie in anderen Fallen). In dieser Urkunde wird sie schlicht Laodike genannt, führt also nicht mehr den Titel Königin. Trotz dieser Entschadigungen scheint Antiochos die Trennung von seiner ersten Frau nicht verwunden zu haben. Antiken Quellen zufolge soll er, "amore superatus", sie und seine erstgeborenen Söhne wieder in die Herrschaft eingesetzt haben7. Sicher ist, daB er Berenike und ihren Sohn in Antiochia zurücklieB und sich nach Ephesos begab, wo Laodike und Seleukos ihren Aufentha1tsort hatten. Er starb dort im April oder Sommer 246 im Alter von 40 Jahren. Umstritten ist, ob, wie antike Quellen berichten, Laodike ihn getötet", genauer: durch Gift umge- bracht? hat und mit Hilfe eines Doppelgangers seinen letzten Willen, die Wiedereinsetzung seines altesten Sohnes in die Thronfolge, vorge- tauscht hat, oder ob er eines natürlichen Todes gestorben ist 10 Jedenfalls erhob sie sofort für sich und ihren damals kaum zwanzigjahrigen Sohn Anspruch auf den Thron. Ihre persönliche und politische Riva1in, die legitime Königin Berenike, und deren ı König Antiochos, wie er in dem neuen Text genannt wird, waren in höchster Gefahr. Ptolemaios III. ist im September dieses lahres mit seiner gesamten Streitmacht zu Was- ser und zu Lande zur Unterstützung seiner Schwester nach Syrien auf- gebrochen, kam aber zu spat. Noch vor seinem Eintreffen in Antiochia hatten ı der Laodike auf ihr GeheiB erst das Kind Antiochos und dann Königin Berenike, die in ihrem Palast in Daphne Zuflucht gesucht hatte, ermordet. Der Tod des kleinen Königs und seiner Mutter wurden zunachst verheimlicht; wann Ptolemaios, der in Syrien freund- 7 Hieron. in Dan. III,1l,6; PoIyaen. VIIISO. 8 Appian. Syr. 65. 9 Va1. Max. IX14 ext, 1; PIinius, Nal. Hist VII 53; Hieron. 1. c. 10 S. zuletzt K. Brodersen, Appians AbrijJ der Seleukidengeschichte (München 1989) 199-201. 196 lich empfangen wurde und die Regierungsgeschafte namens und im Auftrag seiner angeblich von den Wunden des Attentats genesenden Schwester weiter führte, die Tauschung nicht mehr aufrechterhielt, ist bei der Dürftigkeit unserer Quellen nicht zu ermitteln. Man kann alsa nicht naher prazisieren, wann genau der Vertrag des Tlepolemos mit den Kildareis abgeschlossen wurde, unmittelbar nach dem Tod des Anti- ochos im Frühjahr oder Sommer 246, als Königin Berenike und ihr Sohn noch lebten, oder erst Ende des Jahres, als beide schon tot waren, dies aber aus politischen Erwagungen noch nicht bekanntgegeben war. Kildara, eine Stadt in Karien, über deren Bedeutung wir nichts wissen, wird aber nicht die einzige Stadt in Kleinasien gewesen sein, die die Partei der Ptolemaer ergriff.ll Möglicherweise werden weitere Inschrift- funde die Geschichte einer Zeit erhellen, über die wir noch sehr unzurei- chend unterrichtet sind. So haben Ender ğ Alain Bresson et. al. in einem jüngst erschienenen Aufsatz 12 die Vermutung ı ı daB, wie es durch eine neugefundene Inschrift nahegelegt wird, die nicht weit von Kildara gelegene Stadt Uranion für einige Jahrzehnte im 3. Jahr- hundert unter dem EinfluBder Ptolemaer stand. Vorlaufig bleibt festzu- halten, daBder neue Text aus Kildara das jüngste epigraphische Doku- ment ı aus dem hervorgeht, daBdie Ptolemaer im 3. Jahrhundert die Vorherrschaft zumindest in einem Teil Kariens innehatten. 11 S. Iustin. XXVII,I,S: Ubi eum obsideri eam [se. Beronicen] cum parvulo filio nuntiatum Asiae civitatibus esset, recordatione patemae maiorumque eius dignitatis easum tam indignae fortunae miserantes auxilia ei omnes misere. 12 E. ğ - A. Bresson - P. Brun - P. Debord - E. Descat, .Duranion en Carie". Rev. Et. Ane. 94 (1992) 155-174. 197 İ İ VE İ İ İ İ SUNAGI Ender V İ İ ğ gibi, 15 ı ı Karya'da ı ı ı bir alanda ş ı ı ı Bunun ı ı son 5 ı ı sorumlusu ğ Türk- ı ş ı grubuyla daha ş bir alanda ş ı ı Eylül ı 15 gün süreyle ı ğ ı ı ortak ı ş ı size Bordeaux Universitesi'nden Prof. Dr. P. Debord ı Ben de geçen ı ger- ş ş ğ bir yüzey ş ı ı bir ı buluntusunun so- nucunu ğ ı i. 1992 ı ı ş ı raporumu ş olanlar ı ı ar- keoloji, ı yapmakla ş ı ğ ş ı ı arkeo- loji, epigrafi, numizmatik, tarihi ğ ı tarihin ş ı ş rulan ş ı ı ı ı ı ı uygun olarak, ı ş ı yerine, yüzey ş ı birini, ileri ş ğ sava, örnek olarak ğ ı 1991 ı ı ş ğ bir ı Atina vergi listelerinde ı geçen; Plinius'un Ha/icarnassus çevresinde ğ ğ kimi kentlerden Uranion'un, ı ı ğ ı gibi Bodrum ı ı ğ çok uzakta Keramos ı ı ğ kesinlikle ortaya ş Bu so- nuçtan yola ı Uranion'la birlikte ı öteki kentlerin de, Uranion çevresinde ğ ı ı ı ı için ı ğ ı yüzey ş ı ı sonucunda, ğ denilen tepede antik bir kentle ş ı ş ı Gerçi Hula-Szanto da, geçen ı ı sonundaki gezileriyle ilgili ı ı Bozalan ğ ı bir kale ğ iki ı söz ş * Doç. Dr. Ender V İ İ Ankara Üniversitesi, Dil ve ğ Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim ı ı - ANKARA. (1) X. ş ı ı ı ı 25-29 ı 1992, Ankara (T.C. Kültür ı ğ ı ı lar ve Müzeler Genel ğ s. 213. (2) Asia Minor Studien 8, 1992, 17-22; REA 94, 1992-Nos 1-2, 155-174. (3) Bk. Harita. (4) ı Berichf iiber eine Reise in Karien (SB Wiener Akad. CXXXII), s. 27. 199 dr'. Ancak bu bir gezi notuydu. ğ ı ı daha önce ş ğ bir ı bu yerin "polis" ı bir ş ğ gösteriyordu. ı meclis ı ı ş ı ş ı ı ı ı ı ı ne ı ki, ı veren meclisin hangi kentin meclisi ğ konusunda bilgi edinmemizi engelliyordu'. Tepenin güneyinden ş ı ı ı dere ğ ı ı rak ı ı ı ğ ı kentin ı ı ş ı ş ı Kente ş kuzeydeki iki ş ı (iki ı ı ı Kente girip ı ı ı sonra ı ğ ı küçük bir alan ı Buradan kentin öteki ucuna giden, kuzey-güney ğ bir cadde ş ı Cad- de akropolün ğ ğ ı en yüksek yerinden geçmekte- dir. Daha önce yol üstünde, kentin toplumsal ve siyasal ş ş dügünü ı ğ ı bir meydan ı ı 26x20 m dir. ı ı ı geçen sura ı basamak izleri, ş ı ı izlerken ı ı ı ı Caddeye ı sokaklar, ona ş yollar görülmektedir. AkropolÜn ğ ı ı ğ ş ı ğ ı için ı ı Akropolden, ğ Uranion, ı Sivrikümes (Gü- ş tepesindeki ı bilinmeyen ş bir ı ş ğ ı kutsal li- man ğ gene bir ı ş olan Çökertme koyu görülmek- tedir'. Kent ı ı özellikle kuzeydeki ı ı ı ı Bodrum ı ı Kar-Leleg kentlerinin ı ş ı ş ı Kalkerden -yerli kayadan- uzun ve dar dikdörtgen prizma biçimindeki ı ş ı buna örnektir», II. Geçen ı dönemindeII Stratonikeia'da tiyatrodan ı bir ı tan yola ı Dionysos ğ ı ı yerinin ı ileriye dö- nük ş ğ ı ı orkestrada ı ı ı ı bulundu. Harf biçi- minderi ı ı HelIenistik dönemden ğ konusunda bir ş yok- (5) (6) (7) (8) (9) (10) (11) 200 ı ileride ı ı Bk. ğ Bk. Kroki, kentin ı ölçümü, ı önümüzdeki ş ı döneminde, parasal kay- nak bulunursa, ı ı Kula-Szanto, ay. es (not 4), s. 26; G.E. Bean-J.M. Cook, BSA 50, 1955, 135; Asia Minor Studien 8, 1992,21. G.E. Bean-J.M. Cook, ay. es. (not 8), s. 142. ş JHS 8, 1887,64, Fig. 1 ı 81 (Gökçeler); Annuario jv.v, 1921-1922,346, Fig. 1 (Iasos); BSA 50,1955, Levha 16 e-f (Halikarnassos'un ğ BSA 52, 1957,89, Levha 20e ı ı ğ kalesi); Levha 21a ve f (Theangela: "with long narrow blocks, a style teminiscent of the Lelegeian town-sites"); Levha 2De (Alazeytin); Levha 22a ve c (Bargylia ve Kindya). Ep. Anat. 12, 1988,79, not*. tur«. Daha önce de orkestrada ş benzer bir ı ı L. Robert İ 2. ı ş O ı ilgili mimari ı Dionysos'a ı ş ı Stratonikeia'da bugüne kadar Dionysos ı ğ ı ı ya da ğ ı ı yeri ı ş ı Tiyatronun güneyinde tepedeki ı ğ ı Diony- sos'la ilgisi ğ ı ş oradan ı ı ı ğ ı da- ha çok resmi nitelikli, imparatorluk ı ı ilgili ğ ı ı ı ı ş ı Bu durumda Dionysos ğ ı ı ş yerde aramak gerek- mekteydi. ğ gibi, Stratonikeia tiyatrosu yer ı ı ı ı ı ş ı Gene de tiyatronun ı parodosunun yeri bellidir. Ancak tiyatronun ğ ş belirsizdir. Tiyatroya ş ş tarlada geçen ı ı ş ğ ı süreli ı ortaya ı ı ğ ı ı merdivenlerle, buna ğ ı podiumun, iki soruna birden ı ı ğ ı ı ı 1) Merdivenler, parodosun ş ı ğ ı yere ğ ı ı üyle anla- ş ı ı ki, Kaunos tiyatrosunda ğ gibi, parodoslardan biri ı gelmektedir. 2) Merdivenlerin ğ ı ğ podium, Dionysos ğ ı ı ğ yüksek düzlem ı ı Ş podiumun üstü, tiyatronun üst ı kadar toprakla örtülüdür. Bu yamaçta görülen oturma ı ı ı Dr. Paavo Roos, stadionun oturma ı olarak ı ş ı Oysa, ı tiyatronun üst bölümünden ş ş Podiumdaki sunakta ı törenlerden sonra merdivenlerden ı ı ı oyunlar için parodostan tiyatroya iniliyor ı ı Podiumun ş ı ı sonucunda kesinlik ı Ş podiumun ı boyu (30-40 m) stadion için yeterli ğ ı Roos'un tahmini, merdivenlerle podiumun ı ı ortaya ı ı ı öncedir. Saydamlar için ı ğ Çakar'a ş borcum ı Kent krokisi için ı Gönül Evsever'e ş ederim. Podium ve merdi- venlerin ı ı Ben Claasz Coockson'a burada bir kez daha ş kür ederim. ı çizimi için Günder ğ ş ederim. (12) Bk. ı ı çizimi. (13) L. Robert, Et. Anat. s. 525. (14) Ep. Anat. 12, 1988,83-84, No. 5-5a. (15) Bk. Podium çizimi. (16) On the Connection Between Theatre and Stqdium in Anatolian Cities, Erol Atalay, Memori- al, ı Hasan Malayet alii, Ege Universitesi Edebiyat Fakültesi ı ı İ 1991, s. 165-168. 201 202 , - i